ÖZTRAK: “BİN TL’Yİ HER AY VERİN, BAYRAM İKRAMİYESİNİ BİN 500 TL’YE ÇIKARIN”

Sözlerime başlarken bugün internet üzerinden, elektronik ortamda karnelerini almakta olan öğrencilerimizi kutluyorum. Zor bir yıl oldu. Yılın bir bölümünü arkadaşlarından ayrı olarak geçirdiler. Ama internet üzerinden de olsa öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz üzerlerine düşen her şeyi yaptılar. Ben önümüzdeki dönemde hep beraber bir araya gelecekleri bir öğretim olması dileğiyle öğrencilerimizi bir defa daha kutluyor, öğretmenlerimize de çok teşekkür ediyorum. 

GÖNÜL KURULU KARARIYLA HASTA SAYISI ARTTI

İlk Kovid-19 virüsü vakalarının ülkemizde görülmesinin üzerinden 100 gün geçti. 100 günde yaşamını yitiren 4 bin 882 yurttaşımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır diliyoruz. Saray; Bilim Kurulu’nun öneri ve yönlendirmelerine göre hareket ettiğinde, günlük hasta sayıları 700’lere kadar düşmüştü. Ne zaman ki, Bilim Kurulu yerine Saray kendi Gönül Kurulunu dinlemeye başladı, hasta sayıları yeniden hızla arttı. Son bir haftada günlük ortalama hasta sayısı bin 430. Oysa normalleşme sürecine beraber başladığımız İtalya, İspanya gibi ülkelerde günlük hasta sayıları 300’lü rakamlara kadar indi. 

SARAY DURUMUN FARKINDA DEĞİL

Salgından çıkış ve yeni normale uyum sürecini yönetmenin zor olacağını haftalardır söyledik, söylüyoruz. Hükümeti uyarıyor, yol gösteriyoruz. Her işte olduğu gibi, bu sürecinin başarısında da “güven” en büyük sermayedir. Bunun altını hep çiziyoruz. Güven sağlamanın yolu ise “bilimsel gerçeklere riayet” ve “saydamlıktan” geçiyor. Bu nedenle bu işin merkezinde sarayın “Gönül Kurulu” değil, “Bilim Kurulu” olmalıdır. Bilim Kurulu’nun aldığı kararlar kamuoyuyla mutlaka paylaşılmalıdır. Salgınla ilgili veriler de mümkün olan en detaylı şekilde kamuoyuna açıklanmalıdır. Biz haftalardır bu önerilerimizi dile getiriyoruz. Ancak Saray Hükümeti hem durumun ciddiyetinin farkında değil; hem de yaptıklarının ya da yapamadıklarının, yapmadıklarının millet tarafından denetlenmesi işine gelmiyor. 

BİLİM AKADEMİSİNİN TALEPLERİ ÖNEMLİ

Şimdi yeniden vaka sayıları artmaya başlayınca, Havuz Medyası, Bilim Kurulu’nu ve vatandaşları suçlamaya başladı. Memnuniyet ve başarılar her zaman olduğu gibi Hükümete, şikâyet ve başarısızlıklarda Bilim Kurulu’na ve vatandaşa yazılıyor. Süreç böyle yönetilmez, güven böyle sağlanmaz. Sağlanamıyor da zaten. Hem içeride hem dışarıda, Hükümetin salgını ele alış biçimine güvensizlik giderek artıyor. Uluslararası saygınlığı olan, değerli bilim insanlarımızın kurduğu “Bilim Akademisi”, bu hafta içinde, önemli bir uyarıyı kamuoyuyla paylaştı. Bilim insanlarımız, “saydamlık”, “bilimsel gerçeklere riayet” ve “güven” hususlarına vurgu yapıyorlar. Detaylı veri ve bilgi paylaşımı sağlansın, salgınla ilgili araştırmaların önündeki engeller kaldırılsın, açık tartışma ortamı yaratılsın diye hükümete çağrıda bulunuyorlar. Bunlar salgınla mücadelede başarıya ulaşmak için gerçekten makul talepler. 

BUNUN HESABINI KİM VERECEK

Bu hafta sonu 1 milyon 670 bin öğrencimiz LGS’ye, gelecek hafta sonu da 2 milyon 433 bin öğrencimiz YKS’ye girecek. İki hafta önce bilimin sesi yerine gönlünün sesini dinleyen Erdoğan, anlaşılan ortaya çıkan sonuçtan çok ürktü. Bu defa Bilim Kurulu’nun kararına uyduğunu ve sınav günlerinde sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacağına dair kararı açıkladı. Bunu da yaparken yandaş medyada işi abartılı bir şekilde açıkladı. Yapmaya çalıştığı şey şu, algıyı değiştireyim ve bundan önce olanın sorumluluktan kaçıyım. Bu karar yeterli değildir. Salgının yayılım hızının arttığı şu günlerde, milyonlarca öğrencimiz kapalı alanlarda saatlerce ter dökecek. Haklı olarak pek çok bilim ve tıp insanımız, bu konuda kaygılarını, endişelerini dile getiriyor. Öğrenciler ve aileleri de son derece tedirgin. Ama ne öğrencilerimizin, ne ailelerimizin, ne de bilim insanlarımızın sesleri Saraya ulaşmıyor. Milyonlarca gencimizin sağlığı, hangi daha önemli gerekçeyle riske atıldı bunu bilmek hepimizin hakkı. Allah korusun, tek bir yavrumuz hastalığa yakalansa, bunun hesabını kim verecek? Sağlık Bakanı mı? Milli Eğitim Bakanı mı? Yoksa Sarayın gönlüne göre karar veren kibirli adamı mı? 

ŞAHSIM DEVLETİ HİMMET BEKLİYOR

Sağlık Bakanı her gün “tüm dünyaya örnek olduk” diye övünüyor. Ama öyle gözüküyor ki dünyanın bundan pek haberi yok. En son Almanya, Türkiye’yi “riskli ülkeler” listesine aldı. Türkiye’ye gelen Almanlar veya bizim gurbetçilerimiz, Almanya’ya yeniden dönerken, mutlaka uluslararası sertifikalı laboratuvarlarda test yaptırmak zorundalar. Aksi halde döner dönmez 14 gün karantinaya girecekler. Şimdi “Şahsım devleti” turist gelsin diye Merkel’den, Putin’den himmet bekliyor. Ama kendine sıra gelince hiçbir şey yapmıyor. Turizmin başkenti Antalya kan ağlıyor. Side, Kemer, Tekirova hayalet şehirlere dönmüş durumda. Turizmcilerimiz “sezon başlamadan bitti” diyorlar. 

TURİZM ÇALIŞANLARINA EL UZATIN

Sadece Antalya’da, turizm sektöründen ekmek yiyen 600-700 bin çalışanımız geçtiğimiz Kasım ayından bu yana işsiz. Bu vatandaşlarımız yazın kazanıyor, kışın bu parayla geçiniyordu. Bu insanlar, bu yaz bir şey kazanamazsa, değil kışı, bu yazı bile geçiremeyecekler. Turizm sektöründe çalışan yüzbinlerce insanımız aç, susuz nasıl yaşayacaklarını düşünüyorlar. En azından bu insanlarımız için kısa çalışma ödeneğinden yararlanma koşullarında bir rahatlama yaratmak lazım. Devletin şefkatli elini bu yurttaşlarımıza uzatın. Turizmciyi rahatlatmak için “Konaklama Vergisi” ve “Turizm Tanıtma Fonu” kesintilerini tamamen kaldırın. Bu zor gününde bu insanların yanında olun, milletimizin yanında olun. 

UTANÇ TARİHİNE GEÇTİLER

Ama Saray ve birlikte çalıştığı liyakatsiz kadrolar, milletimize beş maskeyi bile ücretsiz dağıtacak beceriye sahip değiller. Millet perişan, onlar dönmüş millete avuç açıyor. Utanmadan, sıkılmadan vatandaşlarımıza İBAN numarası gönderiyorlar. Dünyada krizde vatandaşından para isteyen çok az sayıdaki hükümetlerden biri olarak, utanç tarihine geçtiler.

 

KIDEM TAZMİNATINI “PAKETLEMEYE” HAZIRLANIYORLAR

Şimdi de “istihdam kalkanı paketi” diyerek başka bir utanca imza atmak üzereler. 18 yıllık iktidarlarında bugüne kadar 20 tane paket açıkladılar. Bunun 15’i istihdam paketi, 5’i ise istikrar ve reform paketi. Sosyete damadın geçen yıl açıkladığı istihdam paketinin sonucu ortada. Damat, yerel seçimlerin hemen öncesinde, yanına oda başkanlarını da alarak, 2,5 milyon kişinin gözünün içine baka baka 2,5 kişiye istihdam sağlama, iş sağlama sözü verdi. Sene sonunda birde baktık ki bırakın 2,5 milyon kişiye yeni iş sağlamayı, işi olan 658 bin yurttaşımız işinden olmuş. Normal bir demokraside bir kere her şeyden önce damatlar bakan yapılmaz. Ama hadi diyelim oldu. Böyle bir başarısızlıkta, o bakan o koltukta bir dakika bile oturamaz. Şimdi kayınpeder ve sosyete damadı, beraberce AK Parti iktidarlarının 21. paketini açıklamaya hazırlanıyorlar. Bu paketle işçilerimizin alın teri olan kıdem tazminatını paketlemeye ve gasbetmeye hazırlanıyorlar. İşverenlerle sendikalarla görüşüyorlar. Ama bir de bakıyorsunuz Türkiye’deki bazı büyük işçi sendikalarını DİSK gibi oraya çağırmıyorlar. 

O PARA DÜĞÜN VE KEFEN PARASI

Şunun açıkça altını çizeyim. Gasp etmek istedikleri kıdem tazminatlarında, emekçilerimizin çocuğunun, torununun hakkı var. Düğün ve kefen parası var. Bu, kayınpeder ve damadın işçilerimize atmaya hazırlandığı tek kazık da bu değil. Turpun asıl büyüğü heybede… 

İSLAM İKTİSADI PAKEDİNE SARILMIŞ NEO-LİBERALİZM

Erdoğan, 25 yaş altındaki gençlerimize ve 50 yaş üzerindeki çalışanlarımıza, esnek istihdam getirmekten bahsediyor. Ne demek esnek istihdam; “kıdem tazminatı”, “ihbar tazminatı” gibi iş hukukunun sağladığı pek çok güvence olmadan ve çalışanlar korunmadan onları çalıştırmak demek. Esnek çalışma, neo-liberalizmin emir ve tavsiyesidir. Erdoğan; neo-liberalizmin emir ve tavsiyelerini, birde “İslam iktisadı” paketine sararak milletimize yutturmaya çalışıyor. Neo-liberal politikaların emir ve tavsiyeleri ne zamandan beri “İslam İktisadı” oldu Sayın Erdoğan? Peygamberimiz, “işçiye hakkını alın teri kurumadan veriniz” diye emretmiş. Bunlar ise işçilerimizin alın terini ve tüm kazanımlarını şu salgın döneminde iç etmeye hazırlanıyorlar. 

EMEKÇİ CANI İLE CÜZDANI ARASINA SIKIŞTI

Saray hükümetinin işçiye, emekçiye bu düşmanlığı neden? Artık Usta olduk diye övündükleri 18 yılın sonunda, işçilerimize, rahmetli Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı gibi, sesleniyorlar. Hatırlayalım o esnafa şarkıyı: “Ustam seslendi uzaktan… İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları”. İşte Saray iktidarı, şu salgın döneminde işçinin sırtından tulumu çıkarmasına dahi izin vermedi. Emekçileri canıyla cüzdanı arasına sıkıştırdı. Oysa dünyanın pek çok ülkesinde hükümetler, çok zorunlu işler hariç, işçilerini evlerinden çıkarmadı. Onlara dediler ki, “Sen evinde otur, sağlığını koru, biz sana bakarız”. İşçileriyle beraber ülkelerinin tüm üretim kapasitesini, yeteneklerini korumak için bütün imkanlarını ortaya döktüler. İngiltere çalışmayan işçilerinin maaşının bir kısmını, evde oturanların bir kısmını karşıladı. Almanya evde oturan işçilerin kısa çalışma ödeneğinden yararlanma koşullarını kolaylaştırdı, sosyal destekleri artırdı. Türkiye’de ise yüzlerce emekçimiz iş başındayken virüse yakalanıp, yaşamını yitirdi. Korona işçilerimiz için iş hastalığına dönüştü. 

İLK 10 EKONOMİDEN BİRİ OLACAĞIZ DERKEN…

Ama Saray hükümeti; kısa çalışma ödeneği, zorla ücretsiz izin uygulaması, işsizlik ödeneği kapsamında, işçinin, emekçinin kendi parası olan İşsizlik Fonu’ndan, 5,5 milyon emekçiye salgın döneminde vere vere, adam başına ortalama 858 lira para verebildi. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu “2020 Küresel Haklar Endeksi’ni” yayımladı. Türkiye işçi hakları açısından dünyada en son sırada yer alan 10 ülke arasında. Bizimle beraber bu ligde kimler var? Bangladeş, Brezilya, Kolombiya, Mısır, Honduras, Hindistan, Kazakistan, Filipinler ve Zimbabve. “Türkiye’yi 10 büyük ekonomiden biri yapacağız” diye yola çıktılar; 18 yılın sonunda “işçi hakları açısından en kötü 10 ülke” ligine düşürdüler. Bundan utanırlar mı?

 

UTANCI GİDENİN KALBİ ÖLÜR

Hz. Ömer ne demiş? “Utancı giden kimsenin kalbi ölür.” Bunların kalbi işçilerimiz için maalesef atmaz olmuş. Saray hükümetinin kalbinin öldüğü, kulağının sağır olduğu bir başka kesim, bu ülkenin geleceği, umudu olan gençlerimiz. Bu hükümet, Mart 2020 dönemi itibariyle 15-24 yaş arasındaki her 100 gençten ancak 27’sine iş bulabildi. Gençler arasında bu kadar düşük “istihdam oranıyla” biz bugüne kadar hiç karşılaşmamıştık. Yine son bir yılda, 603 bin gencimiz işini kaybetti. Bu salgın döneminde 842 bin gencimiz ise iş aramaktan vazgeçti, işgücünün dışına çıktı evde oturmaya başladı. Daha da acısı 20-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 38’i ne bir işte çalışıyor ne de bir eğitim alıyor. Hala annesinin, babasının eline bakıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı içinde, ne eğitimde ne de istihdamda olan gençler bakımından en kötü durumdaki ülke Türkiye. 

SARAY SOSYETESİNE İŞ DE ÇOK MAAŞ DA

Bu hükümet ülkemizin en büyük serveti olan gençlerimize ne iş, ne de eğitim verebiliyor. Ama saray sosyetesine, sarayın yanaşmalarına, beslemelerine iş de çok, maaş da çok. Geçtiğimiz hafta kamu bankalarının ve kuruluşlarının nasıl sarayın arpalığına dönüştüğünü milletimiz gözleriyle gördü. 

HAMZA’YI MİLLETİN DİLİNE PELESENK EDENLERDEN RAHATSIZIZ

Hafta başında, “Bunlar yaptıkları rezillikleri, milli sporcumuz Hamza Yerlikaya’nın arkasına saklamaya çalışıyorlar” demiştim. Nitekim, mecliste bir AK Parti Milletvekili kürsüye çıktı “Hamza’dan rahatsız oluyorsanız vatan sevginizden şüphe etmeniz lazım” dedi. Atalarımızın dediği gibi “Akıl olmayınca ne yapsın sakal.” Beyefendi, biz Hamza’dan rahatsız olmuyoruz. Hamza’yı devletin bankasının yönetimine atayıp, milletin diline pelesenk edenlerden rahatsızız. Asıl bunların vatan sevgisinden şüphe ediyoruz. Tekrar söylüyorum Hamza kardeşim; Sen dünya şampiyonusun. Sarayın senin altın adını bakıra çıkartmasına izin verme. O bankanın yönetiminden derhal istifa et. 

YAĞMA HASAN’IN BÖREĞİ

Yağmalanan sadece kamu bankaları değil. Türkiye Varlık Fonu’na devredilen atadan deden kalan son gümüşler de saray sosyetesi tarafından yağmalanıp, arpalığa çevriliyor. Saray için memleket adeta “yağma Hasan’ın böreği”. Bu ülkenin milli havayolu şirketi Türk Hava Yolları’nın Yönetim Kurulu’na bir bakın. Sarayın şöhretler karması. Erdoğan’ın belediyeden eski danışmanı Yönetim Kurulu Başkanı, Sarayın propaganda memurunun eşi, Yönetim Kurulu Üyesi, AK Parti Gençlik kollarından yetişmiş 32 yaşındaki cevval genç burada. AK Parti İstanbul İl Başkanı’nın oğlu, THY Özel Kalem Operasyon Müdürü olarak burada. Para yok diye 25 uçağını ve çok sayıda uçak motorunu satmaya hazırlanan THY, yandaşların arpalığına dönmüş. Milyonlarca genç işsizmiş, iş bekliyormuş umurlarında değil. 

BİZİM VARLIK FONU BORÇ ALIP YANDAŞ KURTARIYOR

Diğer ülkelerin Varlık Yönetim Fonları, o ülkelerin varlıklarını nemalandırıp atadan deden kalan gümüşlerin üzerine altın koyarlar. Dünyanın en itibarlı, en güvenilir şirketlerinin hisselerini satın alırlar. Kendilerinden sonra gelecek nesillerin yararlanacağı kaynakları garanti altına alırlar. Bunların kurduğu Varlık Fonu ise milletin atasından dedesinden kalan gümüşlerin ayarıyla oynar. Dışarıdan aldığı borçla içeride yandaş müteahhit ve şirket kurtarır. Varlık Fonuna devredildikten sonra iflah olan tek bir şirket olmaz mı? Maalesef iflah olan tek bir şirket yok. Niye? Çünkü eş, dost, akraba, sen, ben bizim oğlan buralara doluşmuş. O da yetmiyor, yabancıların bir an önce satıp kaçmak istediği şirketleri de yarı fiyatına Varlık Fonu’na alıyorlar. Şirketi zaten TMSF’deyken arpalık etmişler, şimdi de Fon’a alıp yabancıların parasını verip üstüne çöküyorlar. Devlet bütçesini bitirdiler. Bütçenin gelirleri ancak maaş ücret ve faize yetiyor. Şimdi de paralel bütçe olan Varlık Fonu üstünden eski düzeni nasıl sürdürürüz buna bakıyorlar. Şu salgın döneminde bir Saray sosyetesinin, bir de Saray beslemelerinin keyfi hiç bozulmuyor.   

BAKANIN GÖREVİ İDDİALARI ARAŞTIRMAK, HAKARET ETMEK DEĞİL

Arpalık, akraba ve adam kayırmacılığı deyince dün yaşanan ve Cumhuriyet tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bir olaya da değinmeden geçmek olmuyor. Dün Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan kişi bu ülkede 40 yıldır gazetecilik yapmış saygın bir isme, sosyal medya üzerinden alenen hakaret etti. Bağımsız basın mensuplarına karşı iktidarın uyguladığı baskı, tahammül edilemez seviyelere ulaşıyor. Bağımsız basına bu tahammülsüzlük, aslında iktidarın koltuğu bırakma noktasına geldiklerini kendilerinin de gördüğünün bir göstergesi. Saygı Öztürk köşe yazısında; Trabzon’da dönen yandaş kayırmacılığını, kamuda hızlı yükselmeleri, ikbal yollarının birileri için hızla açılmasını yazmış. Bu iddialar yanlış mı soruyorum? Diğer taraftan aynı yazıda, Trabzon’da yapılan kamulaştırmalarda bilirkişiler üzerinden devletin zarara sokulduğuna dair hususlar da var. Ama İçişleri Bakanı bu iddialara hiçbir tepki göstermiyor. O zaman yani bu iddialar doğru mu? Milletin üniversiteyi bitirmiş çocukları işsiz gezerken, milyonlarca gencimiz anasının babasının eline bakarken, bu memlekette saraya yakın olanlar, liyakate bakılmadan sadece sadakate bakılarak yükseliyorsa, bu haber olmaz mı? Burada İçişleri Bakanına düşen görev nedir? Tüyü bitmedik yetimin hakkı yeniyorsa onun peşine düşmektir. Bu iddiaların doğruluğunu araştırmaktır, iddiayı gündeme getirenlere hakaret etmek değil… 

KAMU GÜCÜNE YASLANIP RACON KESİYOR

Canımızı, malınızı emanet ettiğiniz makam, eşkıya ağzıyla konuşuyor, kabadayılığa soyunuyor. İçişleri Bakanlığı koltuğu kabadayılık yapılacak yer midir? Öyle kamunun gücüne yaslanıp, sağa sola racon kesmek, hakaretler etmek hangi kitapta var. Gazetecinin üslubunu, haberini sorunlu buluyorsanız açarsınız telefonu meramınızı anlatırsınız. Küfretmek, hakaret etmek nereden çıktı? Üzülerek söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet kurumları hiç bu kadar çürümemiş, hiç bu kadar süflileşmemişti. Bu ucube rejimin elinde ne devlet ciddiyeti kaldı ne de devlet adamlığı. 

ABD İLE “DAMAT KANALI”

Bu arada ABD’de bugün yarın bir kitap yayınlanacak. Bazı bölümleri şimdiden basına yansıdı. Trump yönetiminin eski Ulusal Güvenlik Danışmanının yazdığı kitapta; ABD Başkanı’nın, Erdoğan’ın talebi üzerine, Halkbank davasına müdahale ederek savcıları değiştirme sözü verdiğini söylüyor. Aslında savcıları daha önceden değiştirmişmiş. Dolayısıyla değişen eden olmamış. Trump’ta burada Erdoğan’ı aldatmış. Ama Bolton, bu hikayeyi neden anlatıyor? Trump’ın “sevdiği diktatörlere kişisel iyilikler yapmaya” istekli olduğunu söylemek için anlatıyor. Tekrar söylüyorum, “sevdiği diktatörlere kişisel iyilikler yapmaya” istekli olduğu için buna örnek olarak anlatıyor. Aynı kitapta Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner ile Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı ve Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak arasında bir bağlantı olduğunu belirtiyor. Buna da “damat kanalı” adını takmış. Bu iddiaların Türkiye’deki muhataplarına soruyorum: Trump’tan Halkbank davasına müdahil olmasını istediniz mi, istedinizse neden istediniz? Kitapta adı geçen damat kanalı nedir? Bu kanaldan hangi işler gelip geçmektedir? 

SARAY “YETKİ VERİN, GERİSİNE KARIŞMAYIN” DİYOR

Ortalık, yandaşları için okul çağındaki gençlerin sağlığını tehlikeye atmaktan çekinmeyen, emekçinin alın terine göz diken, akraba ve yandaşlarını ballı görevlere atayan, kabadayılık taslayan, iftira atanlardan geçilmiyor. Ama sarayın bugüne kadar izlediği müflis bezirgan politikasıyla borca batırdığı, korona salgınında da yapayalnız bırakıp perişan ettiği milletimizin, sesini duyan, milletimizin derdine derman olmaya çalışan kimse yok. İlk günden beri söylüyoruz. Kendini ve yandaşını düşünmeyi bırak. Milleti içine düştüğü bataktan çekip çıkaracak bir dayanışma programı ve bütçesi yap. Saray ise TBMM’ye yeni bir bütçe getirmek yerine parti grubundan ikrazen özel tertip DİBS çıkarma yetkisinin artırılmasını istiyor. Bu ne demek? Siz bana ilave borçlanma izni verin demek. Öyle büyük büyük laflara gerek yok. Ama bir şey daha söylüyor. Siz bana bu izni verin, bütçe mütçe ben istemiyorum getirmeyeceğim, benim işime karışmayın, beni rahat bırakın bu parayı istediğim gibi harcayım diyor. Bu yaklaşım, Sarayın TBMM’yi nasıl itibarsızlaştırmaya, nasıl devre dışı bırakmaya çalıştığının bir başka göstergesi. Artık laf üretmeyi bırakın, algı yönetmeye çalışmayın. Milletin boş lafa karnı tok. Millete insanca karnını doyurabileceği, hiç olmazsa üç öğün simit yiyip bir bardak da çay içebileceği parayı verin. 

BİN TL’Yİ HER AY VERİN, BAYRAM İKRAMİYESİNİ BİN 500 TL’YE ÇIKARIN

Şimdi ilgili bakan övünüp duruyor bin lira verdik bin lira verdik. Bin lirayı bir defa için verdiniz. Eğer övünecekseniz millete hiç olmazsa her öğün 4 kişilik bir ailenin her öğün bir bardak çay içip, bir simit yiyebileceği parayı verin. Onu da veremiyorsanız bu bin lirayı bir defalık vermeyin de şu pandemi süresince her ay verin. Bu arada Kurban Bayramı’na iki aydan az kaldı. Her yerde övünüyorsunuz “en düşük emekli maaşını 1.500 TL yaptık” diye. Tamam o zaman Kurban Bayramı’nda da emeklilerimize vereceğiniz ikramiyeyi 1.500 TL yapın milletimiz bir kurban kessin. Bakın esnaf, çiftçi “mutfağımızda tencere kaynamıyor” diye bağırıyor. Milletin sesini duyun. Ağustos böceği gibi kendiniz çalıp kendiniz dinlemeyi bırakın. Milletin derdine derman olun. Olamıyorsanız da çekip gidin. 

Sözlerimi tamamlamadan, hafta sonu LGS’ye girecek çocuklarımıza zihin açıklığı ve başarılar diliyorum. Saray iktidarının tüm yanlış karalarına rağmen, gençlerimizin bu sınavdan alınlarının akıyla çıkacağına inanıyorum.

Yayınlanma Tarihi : 2020-6-20 00:06:24
Okunma Sayısı : 859
oıo