CHP SÖZCÜSÜ ÖZTRAK: “ERDOĞAN PEYNİR EKMEK GİBİ HAK YİYOR”

CHP Sözcüsü Öztrak, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın Ergene Havzası’yla ilgili yerel yönetimlere yönelik suçlamalarına yanıt verdi.

Erdoğan’ın “peynir ekmek gibi hak yediğini” söyleyen Öztrak, “Ergene’yi kirleten Trakya’da oturan vatandaşlarımız değil. İstanbul’un geçmişten itibaren Trakya’ya plansız, programsız deşarj ettiği kirli sanayi ve Istranca sularını gasbeden bir dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır” dedi.

Tekirdağ’daki 21 atık su arıtma tesisinin yılda 57 milyon metreküp evsel atığı temizlediğini, bu tesislerin 11 tanesinin Ergene Havzası’nda bulunduğunu ifade eden Öztrak, “Bu bölgede hemşerilerine hizmet edecek kanalizasyon altyapısı için Büyükşehir Belediyemiz 170 milyon Türk Lirası harcadı. Atık su tesislerinin yapımı içinde 2,5 milyon lira harcadı. Kirliliğin esas nedeni olan Ergene Havzası'ndaki sanayi kuruluşlarının atıkları. Sanayi kuruluşlarının atıklarının denetimi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın sorumluluğunda. Tekirdağ’daki yerel yönetimler atıkların bertarafı konusunda gereken hassasiyeti her zaman gösteriyorlar” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün Genel Merkez’de MYK sürerken düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:

Dün, Irak’ın kuzeyinde bölücü terör örgütüne karşı yürütülen operasyonlarda, Piyade Uzman Onbaşı Recep Yüksel şehit oldu. Şehidimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Hafta sonu 2 milyon 433 bin öğrencimiz YKS sınavına girdi. Bu yıl gençlerimizin sınav stresine, bir de salgın stresi eklendi. Sarayın kibirli adamı, gençlerimizin sınav tarihleriyle bir ileri, iki geri oynamıştı. Gençlerimizin moral ve motivasyonunu dikkate almamıştı, süreç son derece özensiz yönetildi.

GENÇLERİN CEVABI AĞIR OLDU

Gelin görün ki, süreci yönetemeyenler algıyı yönetmek isteyince, gençlerimizin cevabı da çok ağır oldu. Sarayın kibirli başının, sınav öncesinde gençlerle sosyal medyada düzenlediği toplantıya, gençlerimizin dijital protestosu damgasını vurdu. Toplantıda Erdoğan’ı “dislike” etme, yani “beğenmeme” fırtınası koptu. Gençlerimiz sana “Oy moy yok!” diyerek, seçim gününe randevu verdi. Ne güzel demiş Sadi Şirazi: “Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur.” Saray sosyetesi hata virüsüyle malul, hem de iflah olmaz bir şekilde.

GENÇLERİ ANLAMAK YERİNE KARALAMAYA ÇALIŞIYORLAR

Gençlerimizin kaygılarını, düşüncelerini, protesto gerekçelerini anlamak istemiyor. Onun yerine, gençlerimizi itibarsızlaştırmak ve karalamak için uğraşıyor. Yıllarca beraber el ele yürüdüğü FETÖ’den ellerine bulaşan çamuru, bu sefer gençlerimize bulaştırmaya çalışıyorlar. On parmaklarında on kara, tertemiz gençlerimizi karalamak istiyorlar. Ama unuttukları bir gerçek var; bu ülke eğer muasır medeniyetlerle yarışta öne geçecekse, bu; yürekleri tertemiz, eleştiren, soran, bilgili, hakkını arayan gençlerimiz sayesinde olacak.

BOŞ İŞLERİ BIRAKIN

Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bunun için; “Bütün ümidim gençliktedir” demiştir. Aklı başında hiçbir iktidar; ülkesinin geleceğiyle kavga etmez. Kendi ideolojik saplantılarıyla, gençlerine format atmaya kalkmaz. Gençlerin özgürlük alanlarını sınırlamaz. Ama bakıyoruz sarayın kibirlisi, gençlerden umduğunu bulamıyor, “Sosyal medyaya çeki düzen vermekten” bahsediyor. Saray, zorbalığı “demokrasi”, “Yasak ve cezaları” ise “hukuki düzenleme” diye kimseye hele hele gençlere hiç yutturamaz. Saray sosyetesinin yeşil benekli trol hesaplarının, sosyal medyada estirdiği teröre, rezilliklere sadece biz değil dünya şahit oldu. Bu boş işleri bırakın. Bu ülkeyi yönetenlerin görevi, ülkenin en önemli stratejik üstünlüğü olan gençlerimize, Dünyadaki akranlarıyla yarışabileceği şartları ve ortamı, “Tek bir gencimizi dahi dışlamadan” hazırlamaktır. Gençlerimize çağdaş ve kaliteli bir eğitim vermektir, onların yaratıcı gücünün önünü açmaktır, gençlerimize, nitelikli, yüksek ücretli, güvenceli işler sağlamaktır. 18 yıldır ülkeyi yönetenler bu görevlerini başarıyla yerine getirdiler mi, getirmediler mi? Açıkçası ne gezer…

6 REKTÖRDEN 4’ÜNÜN BİLİMLE ALAKASI YOK

18 yılda 15 kez eğitim sistemi değiştirildi. Kasaba üniversiteleriyle gençlerimizin ve ailelerinin hayalleri çalındı. Bir ülkede, itibarlı bir bilim dergisinde tek bir makalesi yayımlanmayan biri, üniversiteye rektör yapılır mı? Dünyanın hiçbir ülkesinde yapılmaz ama Sarayın kibirli adamı bunu da yaptı. En son atanan 6 rektörden 4’ünün bilimle falan alakası yok. Üniversitelerimizde liyakatin yerini sadakat aldı.

ÜNİVERSİTE TAHSİLİ İŞSİZLİĞİN SEMBOLÜ OLDU

Bilim yuvası üniversitelerimizin içi boşaltıldı. Önceden üniversite tahsili bir itibar sembolüydü, şimdi artık işsizliğin sembolü oldu. 2014’te üniversite mezunu işsizlerimizin sayısı 606 bindi, 2019’da 1 milyon 123 bine çıktı. Üniversiteli işsizlerimizin sayısı beş yılda, ikiye katlandı. Bugün,  20-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 38’i ne eğitim görüyor, ne de bir işte çalışıyor. Evinde oturuyor. Anasının, babasının eline bakıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı içinde, ki biz bu teşkilatın üyesiyiz, gençler konusunda en kötü durumdaki ülkelerden biriyiz. Bir de bunun üstüne salgın eklenince koskoca bir nesli kaybetmek üzereyiz.

ASIL BEKA SORUNU “GENÇ İŞSİZLİĞİ”

Bu sene üniversiteyi bitiren gençlerimizin, bıraktık işe girmelerini, işgücü piyasasına bile girememe riski var. Bu ülkenin en önemli stratejik üstünlüğü bizim genç nüfusumuz. Türkiye’nin en önemli beka sorunu “genç işsizliğidir.” Tekrar ediyorum, bizim en önemli beka sorunumuz gençlerin işsizliğidir. Bu sorun çözülmeden, ülkeyi yönetmeye talip olanlara “rahat uyku” haramdır. Erdoğan, gençlerle yaptığı toplantıda ceketinin duruşuna gösterdiği özeni, gençlerimizin sorunlarına, genç işsizliğine göstermiş olsaydı, böyle bir “dislike tsunamisi” altında kalmazdı. Sen görevini yapmıyorsan, gençlerimiz de sana elbette “Oy yok!” der. Sana “Oy yok!” der. Attığınız her adımda, söylediğiniz her sözde, yaptığınız her işte gençler sizi görüyor. Notunuzu veriyor. Sandık geldiğinde de yerinizi gösterecek.

EKONOMİ DEĞİL, SALGIN “V” YAPIYOR

İspanya, İtalya ve Almanya, normalleşme sürecini günlük vaka sayılarını 200’lere indirdikten sonra başlattı. Biz de ise; günlük hasta sayıları 800’ün üzerindeyken, bilimin değil, Sarayın kibirli başının gönlünün sesi dinlendi. Apar topar, plansız programsız, “haydin normalleşmeye” dendi. Günlük vaka sayısı yeniden bin 500’lere yaklaştı. İddia ettikleri gibi ekonomi değil ama salgın şimdi “v” yapıyor. Turizmdeki rakibimiz Yunanistan’da günlük hasta sayısı sadece 10. Tedbirleri erken gevşetip, “Avrupa’dan turist gelecek” diye ellerimizi ovuştururken, salgında riskli ülkeler kategorisine düştük. Saray hükümeti, acelecilik, plansızlık ve öngörüsüzlükle, “Algı operasyonlarıyla her şeyi yönetirim” zannederek süreci eline yüzüne bulaştırdı.

TURİZM SEZONU BAŞLAMADAN BİTMEK ÜZERE

Geçtiğimiz yılın Nisan ve Mayıs aylarında, ülkemize gelen ziyaretçi sayısı 7 milyonun üzerindeydi. Bu yılın aynı döneminde ise ülkemize gelenlerin sayısı sadece 54 binde kaldı. Yani, turizm sezonu başlamadan bitmek üzere. Sadece Antalya’da turizmden ekmek yiyen yurttaşlarımızın sayısı 700 bin civarında. Bu yurttaşlarımızın büyük bölümü, geçtiğimiz Kasım ayından bu yana işsiz. Bu insanlarımız ne yiyecek, ne içecek? Ama ortada bunu düşünen tek bir yetkiliyi göremiyoruz. Bunları bir tek Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz düşünüyor ve söylüyoruz.

ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARILANLARIN YÜZDE 30’U İŞİNE DÖNEMEYEBİLİR

Yine, İş Kanunu’nda olmamasına rağmen çok sayıda yurttaşımız bin 170 lira gibi düşük bir ücretle ücretsiz izne çıkarıldı. Daha doğrusu düşük bir ödemeyle ücretsiz izne çıkarıldı. Böyle bir düzenleme daha önce mevzuatımızda yoktu. Ekim ayı ortasına kadar pek çok emekçi, bu komik maaşlarla “çalışıyor gibi” gösterilecek. İş başında olmayacak ama çalışıyor gibi gösterilecek. Peki, Ekim’den sonra ne olacak? İşçi ve işveren temsilcileri ücretsiz izne çıkarılanların, en az yüzde 30’unun işlerine geri dönemeyeceğini tahmin ediyorlar.

KABİNE DEĞİL KABİLE Âmâ bu Saray kabinesinin umurunda bile değil. Kabinlerine kapanmışlar, milletin sesini duymuyor, halini görmüyorlar. Aslında bunlar kabine değil, Saray kabilesi olmuşlar. Şimdi de salgının tüm yükünü, emekçilerin sırtına yıkmanın hesabını yapıyorlar. Salgını bahane edip, emekçilerimizin elinde kalan son ekonomik, sosyal ve demokratik hakları gasp etmek ve çalışanın güvencesinin olmadığı bir çalışma rejimi kurmanın peşindeler. Hükümet bir yandan “kıdem tazminatını” tartışmaya açıyor, diğer yandan “esnek çalışma” istiyor. İşçilerimize “ölümü gösterip, sıtmaya razı etme” taktiği uyguluyor.

SEN NE SÖYLÜYORSUN, DAMAT NE ÇALIYOR

Sonra da Sarayın kibirli adamı çıkıyor, “Kıdem tazminatı meselesini kendi aranızda halledin. Bunu Kabine halletsin diyorsanız burada art niyet var” diyor. Peki ben soruyorum, işçi sendikalarının “kıdem tazminatı” ile ilgili talebi var mıydı? Yoktu hayır. İşveren tarafının böyle bir talebi var mıydı? O da yoktu hayır. Peki, kıdem tazminatını ilk kim ağzına aldı? Sarayın sosyete damadı... Şimdi Erdoğan’a sormazlar mı? “Sen ne söylüyorsun, tamburayı emanet ettiğin damat ne çalıyor?” diye. Sayın Erdoğan; dedikodu çıkaran bir art niyetli arıyorsanız, önce etrafınıza ve altın varaklı sarayınızın aynalarına bakacaksınız.

CHP İKTİDARINDA GASBEDİLEN HAKLARI GERİ VERECEĞİZ

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, işçilerimizin ve konfederasyonlarının alacağı ortak kararları, bundan sonra da desteklemeye devam edeceğiz. Eğer işçinin sözünü dinlemez, esnek çalışmaymış, kıdem tazminatıymış diyerek, emekçilerimizin tüm direnmelerine karşın, haklarını gasp etmeye kalkarsanız, eli kulağında yaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, ilk iş olarak çalışanlarımızın elinden alınan hakları geri vermeyi buradan açıkça taahhüt ediyoruz.

İLK 10’A GİRECEĞİZ DERKEN, KENDİ LİGİMİZDEN DÜŞÜYORUZ

Kayınpeder, Damat ikilisi serbest atış kategorisinde Teyyo Pehlivan’a rahmet okutur hale geldiler. Geçtiğimiz hafta; “Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeye hiç bu kadar yakın olmadık” dediler. Bir baktık, en büyük 10 ekonomi arasına gireceğiz derken, “Gelişen Ekonomiler Liginden” düşme noktasına gelmişiz. Uluslararası kabul gören, “Gelişen Piyasalar Endeksi” diye önemli bir endeks var. Ülkemizin bu endeksteki “gelişen piyasalar” liginden, şimdi “sınırdaki piyasalar” ligine düşebileceği açıklanıyor. Gerekçe ne? Borsa İstanbul’da yapılan yatırım ve işlemlerle ilgili sürekli değiştirilen kurallar, sermaye hareketlerine getirilen kısıtlamalar. Türkiye gelişen ülkeler liginden düşerse ne olur? Küresel kurumsal yatırımcılar Türkiye’den kaçar, şirketlerimizin yeni fon ve kaynaklara erişmesi daha da zorlaşır. Bu da yatırımı, işi, aşı sınırlandırır. Biz her fırsatta bunun için “Hukuk ve öngörülebilirlik, aştır, iştir” deyip duruyoruz. Oyun esnasında 90 metrelik sahayı bir kararla 10 metreye indirdik diyeceksiniz. Ondan sonra çıkıp, “burada bir tek benim takımım oynar başkası oynamaz” diyeceksiniz. Tek kale maç yapacaksınız, dünya ne diyecek size? Dünya size mızıkçı diyecek tabi. Kendi liginden de sizi atacak. O zamanda bir başınıza kalırsınız. Oysa şu anda küresel dayanışma ve istişareye, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

DÜNYA ÇÖZÜM ÜRETİYOR, SARAY İSE BOŞ LAF

Geçtiğimiz hafta, Uluslararası Para Fonu küresel ekonomiye ilişkin tahminlerini güncelledi. Ve görüldü ki salgın, beklentilerin çok ötesinde bir küresel depresyona, çöküşe neden olacak. İki ay önce dünya ekonomisinin yüzde 3 daralacağını söyleyen IMF, iki ay geçtikten sonra bu rakamını yüzde 4,9’a revize etti. Eksi yüzde 4,9’a revize etti. En büyük ticaret ortaklarımızda, ekonomik daralmalar yaşanacağı anlaşılıyor. Bunun olumsuz etkilerinin, gelecek yılda da pek telafi edilemeyeceği gözüküyor. Şimdi dünya salgının ekonomik etkilerini, ölçüp çözüm üretmeye çalışırken, Sarayın kibirlisi ve damadı sadece boş laf üretiyor. Sarayın kibirli başına göre, öncü göstergeler “ekonominin ciddi bir sıçramanın eşiğinde olduğunu” gösteriyormuş. Dış konjonktürdeki toparlanma ve canlanmayla, yılın ikinci yarısında güçlü büyüme oranları gelecekmiş. Peki, nedir o güçlü öncü göstergeler? O belli değil. Onu söylemiyor. Dış konjonktürden büyümeye bir destek gelmeyeceği Uluslararası Para Fonu tarafından açıklandı. Herhalde yılın ikinci yarısındaki büyüme rakamları için TÜİK’in başına atadıkları yeni saray damadına güveniyorlar. Hep söyledik; teşhis doğru konmadan, tedavi olmaz. Güçlü, güven verecek dayanışmayı öne çıkaran, yeni bir program ve yeni bir bütçe olmadan bu ekonomi toparlanamaz. Ama dinlemediler. Artık ne diyelim. Kendi düşen ağlamaz.

ÜLKE DEĞİL FİYATLAR UÇTU

Ülkeyi uçuracak diyerek ucube tek adam vesayet rejimini, tam iki yıl önce, iş başı yaptırdılar. Son iki yılda, ülkemiz ve milletimiz uçamadı ama her şeyin fiyatı uçtu. İki yıl önce 328 lira olan çeyrek altın bugün 661 lira. Artış yüzde 101. Vatandaşımız düğünde, dernekte; eşine, dostuna bir çeyrek altın takamaz oldu. Artık çeyrek altın falan kalmadı. Cumhuriyet bitti onlar. Artık gram altın var, “yarım gram” altın var, “çeyrek altın” değil “çeyrek gram altın” var. İki yıl önce 4 lira 64 kuruş veriyorduk 1 doları alıyorduk. Şimdi o 1 doları almak için 6 lira 85 kuruş ödemek zorundayız. Doların fiyatı da yüzde 47 artmış. Ucube tek adam rejiminde, Türk Lirası’nın satın alma gücü güngörmüş kar gibi erimiş.

TÜİK FİYATLARIYLA BİLE DURUM BÖYLE

Son iki yılda: Sarımsağın fiyatı yüzde 313, köprü geçiş ücretleri yüzde 179, özel lise ücretleri yüzde 119 artmış. Kuru fasulyenin fiyatı yüzde 89, salçanın fiyatı yüzde 85, sivri biberin fiyatı yüzde 69, domatesin fiyatı yüzde 66, bulgurun fiyatı yüzde 65 pahalanmış. Bunlar da TÜİK’in makyajlı fiyatları. Yani TÜİK’in yüksek indirimli marketlerden topladığı fiyatlar. Milletin pazarda, markette karşılaştığı pahalılık bunun kat kat üstünde. Milletimiz; geçen yıl ucuz patates, soğan için soğuk kış günlerinde, tanzim satış kuyruklarında saatlerce bekletildiğini unutmadı. Ucube rejimle milletin sofrasının bereketi kaçtı.

TÜRKİYE REZERVLERİ YETERSİZ 4 ÜLKE ARASINDA

Ama bununla da kalmadı devlet bütçesinde de bereket kalmadı. “Bu kardeşinize yetkiyi verin; faizle, şununla bununla nasıl uğraşılır göreceksiniz” diyerek iş başına geldiler. İki yılın sonunda; ucube rejime geçmeden önce bütçeden yıllık 62 milyar TL faiz ödeniyordu. Yani iki yıl önce. Şimdi 118 milyar lira ödeniyor. Neredeyse iki katı. Milletin kefen parası olan Merkez Bankası’ndaki ihtiyat akçeleri de bu iki yılda harcandı bitti. Bu ucube tek adam vesayet rejimiyle, Merkez Bankası kasasındaki rezervler de eridi gitti. 2 yıl önce TCMB kasasındaki net rezervler 28 milyar dolardı. Şimdi buhar olmuş gitmiş Merkez Bankası kasasında bir şey kalmamış rezerv dediğimiz şey eksi 14 milyar dolar olmuş. Yani birilerine net 14 milyar dolar borçluyuz rezerv mezerv yok. Merkez Bankası kasasında kendimize ait rezerv kalmamış. IMF de son Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda Türkiye’yi rezervleri yetersiz 4 ülke arasında saymaya başladı. 2 yıl önce brüt rezervler içinde SWAP’ların, yani emanet dövizlerin payı sadece yüzde 1’di. Şimdi yüzde 61. Ama beyler “el atına binip, türkü çığırmaya” nasıl olsa alışık.

BU UCUBE REJİM CEBİMİZDEN 100 MİLYAR DOLARI GÖTÜRDÜ

Bu ucube rejimle birlikte işsizlikte çığ gibi büyüdü. İki yılda 2 milyon 281 bin yurttaşımız işini kaybetmiş yani yeni gelenlere iş bulmak bir yana 2 milyon 281 bin yurttaşımız işini kaybetmiş. Milli gelirimiz son iki yılda 754 milyar dolara düşmüş. Bu rejim cebimizden son iki yılda 100 milyar doları alıp götürmüş. Bu yılın sonunda milli gelirimiz 700 milyar doların altına düşecek öyle gözüküyor. 2017’nin sonunda dünyanın en büyük 17. ekonomisiydik. 2019’da 19. sıraya düştük. 2020 sonunda, büyüklüğü aşağı yukarı bizim Konya vilayetimiz kadar olan İsviçre ile yer değiştirip 20. sıraya gerileyeceğiz.

YERLİLİK VE MİLLİLİK, MİLLETİN YANINDA OLMAKTIR

Çürük tahta çivi tutmaz. Bu çürük rejimle de milletimiz hak ettiği işe, aşa ve huzura kavuşamaz. İki yıllık acı tecrübe bunu anlamak için yetti de arttı bile. Boş çuval ayakta durmazmış. Bu rejimde boş çuval gibi ayakta duramıyor. Ve mızrak da artık çuvala sığmıyor. Milletimizin zor günlerinde yanında duramadılar. Ama ağızlarında bir “yerlilik, millilik” sakızı, ha bire çiğneyip duruyorlar. Yerlilik ve millilik, zor gününde milletinin yanında olmaktır. Esnafımızı, çiftçimizi, işsizimizi, işçimizi, sanayicimizi salgında bir başına bırakmamaktır. Milletin zararlarını telafi etmektir. Yerlilik, millilik kim? Saray sosyetesi kim? Beş maskeyi bedava dağıtamadılar. Bir de yetmedi sıkılmadan İBAN numarası millete atıp para dilendiler. Topladıkları paraları da nereye, kime harcadıkları belli değil. Türkiye salgında verdiği doğrudan mali desteklerle, yani milletin cebine koyduğu nakit paralarla G-20 ekonomileri içinde, sondan birinci… Ama aynı G-20 içinde vatandaşına en çok borç veren 7. ekonomi.

40 YILDIR VERGİ VERENE, 40 GÜN BAKAMADILAR

Elin oğlu salgınla mücadelede hibeyi ve borcu dengeli kullanıyor. Hem yoksulunu, hem çalışanını, hem de çalıştıranını destekliyor. Borç da veriyor ama kaybettiği kazancı, yitirdiği kazancı bütçeden vermek suretiyle bu borcu ödeyebilir halde tutuyor. Bizdeki ucube rejim ise ezberini hiç bozmuyor. Kamu bankaları üzerinden kredi musluklarını sonuna kadar açıyorlar. Borcu borçla çeviriyorlar hala da buna devam ediyorlar. Ama bunu yaparken yandaşlarını kayırmayı da unutmuyorlar. KOBİ ve esnaf kredilerinin çoğu tuzu kurulara gitti. Ama Saray; salgında işyeri kapatılan esnafa kaybettiği geliri, KOBİ’lere mahrum kaldığı kazancı, işçiye alamadığı maaşı bütçeden veremedi. Bırakın bütçeden vermeyi işçinin kendi parasıyla oluşturulan İşsizlik Fonu’ndan dahi veremedi. 40 yıldır devletine vergi veren vatandaşlarımıza, 40 gün bile bakamadılar.

70 MODEL POLİTİKALARLA OLMAZ

Aslında bu memleket çok zengin bir memlekettir. Kaynakları doğru ve akıllıca yönetilirse şahlanıp gider, bu paraları rahat rahat öder. Her hafta sonu yüzlerce ürünün ithalatına ek vergiler geliyor. Dün de 400 civarına ürünün vergisine yine zam geldi. Tüketicinin satın alma gücü zaten darbe yemiş, üreticinin tedarik zinciri kopmuş. Bir de geliyorlar adamın ithal edeceği, girdi olarak kullanacağı ithal edeceği malı da pahalandırıyorlar. Bu işler saray hükümetinin bugün yaptığı gibi 1970 model politikalarla içe kapanarak, Dünyaya sırtımızı dönerek tekrar ediyorum olmaz. İçe kapanmanın, dünyadan kopmanın adı “yerlilik ve millilik” olamaz. Gerçekten aziz milletimiz, bu ucube tek adam vesayet rejiminden çok daha iyisini hak ediyor. Saray, millet ekonomiyi konuşmasın diye, milletin emanet verdiği gücü, milleti vesayet altına almak için, yasak üstüne yasak getirmekte kullanıyor. Tarafsız basını hapse atarak, kamu meslek kurumlarını, sivil toplum kuruluşlarını, bölüp, parçalayıp, yöneterek, kaderinden kaçacağını sanıyor.

Açıklamamı bitirirken bir kez daha tekrarlayalım. Attığınız her adımda, söylediğiniz her sözde, yaptığınız her işte milletimiz sizi görüyor, notunuzu veriyor, sandık geldiğinde de yerinizi gösterecek. Benim diyeceklerim bu kadar.

Yayınlanma Tarihi : 2020-7-4 15:20:56
Okunma Sayısı : 775
oıo