DP Genel Başkanı Gültekin Uysal: Ülkenin bir kriz yönetimine ihtiyacı var
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, korona virüsün sebep olduğu krize karşı acilen alınması gerekli ekonomik tedbirleri sıraladı
“Ülkenin bir kriz yönetimine ihtiyacı var”
“Adım Hıdır elimden gelen budur anlayışı içerisinde meseleleri yönetme, kamuoyu algısını yönetme çabası içinde olduklarını görüyoruz”
(DP Basın Merkezi – 15 Nisan 2020) Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, yaptığı yazılı açıklamada korona virüsün yarattığı krizle ilgili olarak ülkelerin, devletlerin de tıpkı insanlar gibi bağışıklık sistemlerinin sınandığına dikkat çekti.
Genel Başkan Uysal, “Ülkenin bir kriz yönetimine ihtiyacı var. Türkiye’nin bir ulusal güvenlik, ekonomik güvenlik strateji hazırlaması gerektiğine inanıyoruz” dediği ve acilen alınması gereken ekonomik tedbirleri sıraladığı açıklamada şunları kaydetti:
“Ülkenin bir kriz yönetimine ihtiyacı var”
Büyük bir küresel salgın felaketi ile karşı karşıyayız. Bir kriz anında yönetenler olarak yapmamız gereken, yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız var. Ülkenin bir kriz yönetimine ihtiyacı var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti, bir kriz yönetimi yapmak yerine Türkiye’yi AKP’den ibaret gördükleri için AKP’nin itibarını yönetmeye odaklandıklarını görüyoruz.
Türkiye’nin başta merkezi hükümeti ve yerel yönetimleri olmak üzere iktidarıyla muhalefetiyle yanlışta yarışır olduklarını görüyoruz maalesef.
“İktidardan, süreci milli mutabakat meselesi olarak görmelerini bekledik”
Biz iktidardan, Sayın Cumhurbaşkanından bekledik ki bu süreci milli mutabakat meselesi olarak değerlendirir ve böyle yönetirler. Merkezi AKP hükümeti Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere yerel yönetimlerde hayırda rekabet edeceğine, işbirliği yapacağına, bilakis “benden başka kimse yardım yapamaz, rol çalamaz” diyerek engelleme gayretlerine düştü.
Diğer tarafta muhalefetin de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdide mukabil tedbirlere odaklanmak yerine, yardım kampanyası üzerinden yararı olmayan düşük profilli bir gündeme hem kendini hem ülkeyi sıkıştırdığını görüyoruz.
“Devletlerin de bağışıklık sistemleri sınanıyor”
Yardım kampanyası üzerinden pek çok tartışma oluyor. Meselenin büyüklüğünü ortaya koyduğumuzda, ifade edilen rakamlar 1,5 katrilyon civarında, dolara vursanız 250 milyon dolar bile yapmıyor. Dünyada 2,2 trilyon gibi Birleşik Devletlerin, 988 milyar dolar gibi Japonya’nın 750 milyar Euro gibi Almanya’nın ve İtalya’nın paketler açıkladığı bir noktada Türkiye’nin bu ölçekte bir yardım konusunu meselenin merkezine oturtmasını ülkenin gerçekleriyle bağdaştırmıyoruz.
Maalesef 2002’den bu yana TC Devleti ile hesaplaşmak, devleti ele geçirme motivasyonu ile tercih edilen politikaların iç dış ekonomik politikalarla beraber krizlere karşı topyekun devletimizin bağışıklık sisteminin yönetsel olarak bir zafiyet içinde olduğunu görüyoruz.
Sağlık Bakanı’nın Mecliste sunum yaptığı gün de ifade etmiştim; bu krizde insanların bağışıklık sisteminin sınandığı kadar ülkelerin, devletlerin, yönetimlerin de krizlere karşı bağışıklık sistemlerinin sınandığı gerçeği ortadadır.
“Zincirleme çöküş riskine tedbir üretmiyorlar”
Diğer tarafta, yedek akçe ve kaynaklarının mali olarak tükenmiş bir halde bu küresel salgınla karşı karşıya kaldı Türkiye ne yazık ki.
Bugün iktidarın zincirleme çöküş riskine tedbir üretmediğini görüyoruz. Gelen topa gelişine vurmayı bir kriz yönetim anlayışı olarak “Adım Hıdır elimden gelen budur” anlayışı içerisinde meseleleri yönetme, kamuoyu algısını yönetme çabası içinde olduklarını görüyoruz.
Bu küresel salgının bir diğer yanıyla toplumsal, ekonomik boyutlarıyla ilgili de Türkiye’nin bir ulusal güvenlik stratejisi oluşturmak mecburiyetinde olduğunu ifade etmeliyim.
Bugüne kadarki uygulamalara baktığımızda 2019 yılında bir pandemi planı açıklamış ve ilan edilmiş olmasına rağmen bu krizin Çin’de çıktığı andan itibaren kademe kademe DSÖ’nün pandemi olarak ilan ettiği ve sonrasında Türkiye’de Sağlık Bakanlığının, Bilim Kurulunun aldığı tedbirlerle topyekun devletin meseleyi nasıl yönettiğine baktığımızda zincirleme bir krizin Türkiye’yi daha da kavurucu bir iklime savuracağı endişesini hepimiz taşıyoruz.
“Ekonomik güvenlik stratejisi hazırlanmalı”
Biz de bu maksatla Türkiye’nin bir ulusal güvenlik, ekonomik güvenlik strateji hazırlaması gerektiğine inanıyoruz.
Covid-19 ‘un neden olduğu bu kriz, elbette başta sağlık ile ilgili bir krizdir. Ama öbür tarafta ne sadece finans, ne sadece üretim, ne de sadece talep krizidir. Hepsinin aynı anda yaşandığı senkronize bir şekilde işleyen krizle karşı karşıyayız. Bu nedenle, Türkiye hiç vakit kaybetmeden açıklanan önlemlerin çok ötesinde, geniş bir mali yardım paketi oluşturmalıdır.
“Alınan önlemler yeterli değil”
Hükümetin attığı adımları, aldığı önlemleri iktisadi olarak yeterli bulmuyoruz. ABD, Fransa, Almanya, gayrı safi milli gelirlerinin yüzde 10 hatta yüzde 15’ine yaklaşan önlemleri devreye sokarken, Türkiye’nin bu zaman zarfında açıkladığı, GSYH’nin yüzde 2’sine denk gelen 100 milyar liralık paket son derece sınırlı kalmıştır.
Bu dönemde kamu harcamalarını artırmak bir zorunluluk olup, öncelikle vatandaşların sağlığını korumak ve sağlık sistemini güçlendirmek adına gerekli tüm harcamalar tereddütsüz yapılmalıdır.
“Faturalar kamu tarafından karşılanmalı”
Çalışamayan, işsiz kalan hane halkının kamu tarafından fonlanması için, elektrik, gaz, su gibi elzem hayatı devam ettirmeye yönelik faturalar belli bir dönem kamu tarafından karşılanmalıdır.
“Nakit destek sağlanmalı”
Diğer ülkelerle kıyaslandığında nakit desteğin hemen hemen yok denecek seviyede kaldığı görülmektedir. Geldiğimiz noktada kamunun, hane halkını bankalar kanalıyla borçlandırma yöntemi ile değil, tıpkı global çapta yapıldığı gibi nakit vererek fonlaması lazım. Açlık sınırının altında geliri olan vatandaşlara yönelik olarak nakit destek sağlanmalıdır.
“Vadedilen krediler kullandırılmıyor”
Hane halkını fonlama mekanizmasından daha zor olan ise, kayıt dışının çok fazla olması nedeniyle, reel kesimin fonlanmasıdır. Aracı bankayı devreden çıkarıp, kamunun direk özel sektörü fonladığı bir mekanizma oluşturmak gerekmektedir. KGF fonuyla ilgili açıklamalar yapılmış olmasına rağmen hem bireysel olarak hem meslek örgütlerinden, esnaf odalarından TOBB’a varıncaya kadar bu kaynakların bankalar tarafından vatandaşlarımıza, esnaflarımıza kullandırılmadığı gerçeğini de hepimiz biliyoruz.
Kaynak hususuna gelince, Türkiye ne yazık ki yedek akçelerini tüketmiş, onun dışındaki kaynakları da maalesef etkisiz, verimsiz alanlara yönelterek alternatif kaynaklarını da yok etmiştir.
“Kaynak olarak ortak bir havuz oluşturulmalı”
Türkiye acilen bir ek bütçeyle beraber sadece devletin bütçesini ve önceliklerini değil aynı zamanda parafiskal olarak değerlendirdiğimiz meslek örgütlerinden kamu kurumu niteliğindeki sendikalara varıncaya kadar tüm kurumların elindeki kaynakların bu mücadelede tüm milli güç unsurlarını seferber etmek noktasındaki anlayışımız gereği seferber edecek ortak bir havuzu kaynak olarak oluşturulmalıdır.
“Ertelenen ödemeler 6 ay sonra iki katı olarak ödenecektir”
Bu açıdan baktığımızda devletin açıkladığı önlemler arasında bazı vergilerin ertelenmesi, kamu kiraları ve irtifak haklarının ertelenmesi, kamu bankaları kredilerinin ertelenmesi, temerrüde düşen firmalar için krizin mücbir sebep sayılması, 2 milyar nakit yardım yapılması gibi önlemler var. Ancak, unutulmamalıdır ki, ertelenen bu ödemeler 6 ay sonra iki katı olarak ödenecektir. Bu nedenle, talep edenlere vergi ve kira ödemelerini düşük faizle daha uzun zamana yayılması sağlanmalıdır.
“IMF meselesi siyasal bir araç haline getirildi, tabu haline getirildi”
Bu yıl toplam 170 milyar dolarlık döviz ödemesi bulunması gerçeği, brüt döviz rezervinin sadece 95 milyar dolar olması, piyasalarda tedirginlik oluşturmaktadır. Dünyada faizler sıfıra yakınken, ülkemiz hazinesi dolar tahvilleri yüzde 9 faiz, bankalarımızın dolar tahvilleri yüzde12 faiz vermektedir. En önemli dış kaynak ihtimali olarak, FED’in açtığı swap imkanı ve IMF önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin dış politik meseleleri gibi IMF meselesinin de siyasal bir araç haline getirilerek tabu haline getirilmesi zafiyeti vardır.
“Türkiye, önce güven iklimini oluşturacak adımları atmalıdır”
İktidar bir yanda kendisini bağlayan bu iddiaları ama öbür tarafta elini kolunu bağlayacak istediği gibi Türkiye’nin imkanlarını kontrolsüz bir şekilde sonraki süreçte uygulayamayacağı için bu imkanlardan uzak durduğunu görüyoruz. Türkiye’de bugün CDF priminin yüzde 600’lere vardığı noktada Türkiye’nin maliyetlerini önce güven iklimini oluşturacak adımları atarak meseleyi sadece bir iktidar partisi meselesi değil muhalefetiyle iktidarıyla tüm unsurlarıyla beraber ortak paydada buluşturacağı bir stratejiye bağlaması gerektiği kanaatindeyiz.
“Küçük esnafa destek ol”
Bütün bu tedbirler içerisinde özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın ama işveren olarak geçmiş 17-18 yıllık iktidar süresinde en fazla sosyo ekonomik statüsünü kaybetmiş esnaflarımızın bugün büyük bir sıkıntı içerisinde olduğunu görüyoruz. Biz de Demokrat Parti olarak geçmişten bugüne küçük esnafı toplamsal birliğin ve beraberliğin önemli bir dinamiği olduğu bilinciyle Demokrat Parti olarak bir kampanya başlattık.
Gelirleri küçülen, derdi sıkıntısı büyüyen ve zaten uzun yıllardır küresel, zincir market ve markalara yem edilen “Küçük esnafa destek ol Türkiye” kampanyası!
Partililerimizden başlayarak temennimiz, bu zor şartlarda mahallemizdeki esnafımıza, bakkala, manava, kasaba, nalbura gidip alışveriş yapılması yoluyla sahip çıkılması.
Umarım Türkiye’nin içine düştüğü bu kriz ortamından kendi kaynaklarını doğru yöneterek en az insan kaybıyla çıkar. Yaratıcı yıkım olarak değerlendirebileceğimiz hadisenin ötesinde çok uzun yıllardır tartıştığımız ve bugün keyfi bir yönetimin çift haneli işsizlik, çift haneli enflasyon, çift haneli faiz oranlarıyla karşı karşıya bıraktığı sürecin akabinde daha büyük kayıpları vermememiz için öğretici sürece vesile olur umarım.
Okunma Sayısı : 824