CHP Sözcüsü Öztrak'tan Erdoğan'a İstifa Çağrısı: "Binlerce Vatandaşın Hayatına Mal Oldu"

CHP Sözcüsü Öztrak'tan Erdoğan'a İstifa Çağrısı: "Binlerce Vatandaşın Hayatına Mal Oldu"

BU ‘PARDON’ DENEREK GEÇİŞTİRİLEMEZ”“SARAY İSTİFA ETMELİ” 

CHP Sözcüsü Öztrak, vaka sayılarının açıklanmasıyla, Hükümetin Türkiye’nin salgınla mücadelede en başarılı ülkelerden biri olduğu iddiasının çöktüğünü, ülkenin bir gecede salgın konusunda “en başarısız ülkelerden biri” olduğunun ortaya çıktığını ifade etti.

Binlerce vatandaşın hayatını yitirdiği salgında, vaka sayılarının ve salgındaki gerçek tablonun gizlendiğini kaydeden Öztrak, “Böylece, gerekli önlemlerin alınmasını engelleyen, Saray’ın kibirlisi, bu tablonun esas sorumlusudur ve istifa etmelidir. Bu öyle, ‘Pardon’ denerek, ‘Millet beni affetsin’ denerek geçiştirilemez” diye konuştu. 

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: 

Bugün, Merkez Yönetim Kurulumuzun gündeminde, yaşadığımız ekonomik buhran, kötü yönetilen salgın, milletten saklanan gerçekler ve giderek derinleşen devlet krizi vardı. 

BÜYÜME “ÖLÜ KEDİNİN SIÇRAMASI” GİBİ

Bu sabah, 2020 yılının üçüncü çeyreğine ait büyüme rakamları açıklandı. Bir önceki üç ayda, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9,9 daralan ekonomimiz, yılın üçüncü üç ayında, yüzde 6,7 büyüdü. Tabi bunu sevinçle karşıladık. Ama üçüncü çeyrekteki büyüme, tüm sektörlere yaygın, organik bir büyüme değil bunun da altını çizelim. Aslında bu büyüme biraz yabancıların “ölü kedinin sıçraması” diye tabir ettiği, yere hızla çarpan topun sıçraması tarzında, mekanik bir büyüme. 

KALICI TOPARLANMAYI YANSITTIĞINI SÖYLEMEK GÜÇ

Tüm dünyada buna benzer bir eğilim izliyoruz. Ancak bu tür toparlanmaların ardından, ikinci bir çakılışın gelmesi endişesi de küresel olarak mevcut… Bizdeki üçüncü çeyrek büyümesinin de kalıcı bir toparlanmayı yansıttığını söylemek için henüz çok erken. Kaldı ki Türk ekonomisi, dünyadan farklı olarak, son iki yıldır büyümeyen bir ekonomi. Üçüncü üç aylık dönemdeki büyümeye rağmen; ilk dokuz ayda elde edilen milli gelir, geçen senenin aynı döneminin sadece binde 5 üstünde. Yani yerinde sayıyor diyebiliriz. İlk dokuz ayda; sanayi sektörünün katma değeri, geçen yıla göre binde 9, hizmetler sektörü katma değeri ise geçen yılın yüzde 7,1 altında. Yılın üçüncü üç ayında en hızlı büyüme; finans ve sigorta faaliyetlerinde görülüyor. Tabi bunun arkasında da, Kredi Garanti Fonu eliyle, kamu bankalarının öncülüğünde gerçekleşen olağanüstü kredi genişlemesi var. Finans ve sigorta sektörü üçüncü çeyrekte, yüzde 41 arkadaşlar. Tam yüzde 41 büyümüş. Eğer finans sektöründe bu büyüme olmasa, hizmetler sektöründe çok daha ciddi bir çöküş görülecekti. 

GELECEK YILLARIN BÜYÜMESİNDEN ÇALINDI

Tüm dünya, salgın döneminde yurttaşlarına “Doğrudan gelir desteği ve hibe” verirken bizdeki hükümet “faiziyle borç” verdi. G-20’nin bize benzeyen ekonomileri içinde, milli gelirine oranla yurttaşlarına en az gelir desteği veren ekonomi biz olurken, en fazla borç veren ekonomide bizim ekonomimiz oldu. En fazla borcu bizdeki Saray hükümeti vermiş. Ucuz ve sübvansiyonlu kredilerle, gelecek yılların talebi bu döneme çekilmiş. Yani gelecek yılların büyümesinden çalınmış bir anlamda. Peki, böyle bir büyümeyi sürdürebilmemiz mümkün mü? Bunun sürdürülemez olduğu Damadın kovulmasından, Merkez Bankasının ve kamu bankalarının artık kredi yok diyerek “Kazık fren” yapmasından belli. 

120 ÜLKENİN NÜFUSUNDAN FAZLA İŞSİZ VAR

Diğer taraftan, bu büyümeye rağmen, gerçek işsizlerimizin sayısı bu dönemde yaklaşık 2,7 milyon kişi artmış. Bu dönemde iş başında olmayanlarda dâhil işsizlerimizin sayısı 12 milyon 654 bin kişiye ulaşmış. Şimdi bu büyümeye bakıp işsiz sayısının, dünya üzerindeki 120 ülkenin nüfusunu aştığı bir ekonomide kalkınmadan, refah artışından bahsetmek mümkün değil. 

NİTELİKLİ BÜYÜME UFUKTA GÖRÜNMÜYOR

Türkiye’nin hızla iş ve aş yaratan, nitelikli bir büyüme patikasına dönmesi gerekiyor. Ancak tek adam vesayet rejiminde, son 2,5 yılda yaşananlar, ülkede güveni yerle bir etmiş vaziyette. Güven olmayınca millete iş, aş verecek nitelikli bir büyüme de ufukta görünemiyor. Tek adam vesayet rejiminde, Saray yönetimi, ülkemizin bereketini kaçırdı. Yeni kadrolar, yeni kurumlar ve yeni kurallar olmadan da bu bereketin geri gelmesi mümkün gözükmüyor. 2013’te Türkiye’nin milli geliri 1 trilyon dolara dayanmıştı, bu son verilerle 736 milyar dolara düşmüş. Tek adam vesayet rejimi projesinin düğmesine basılmasıyla birlikte bugüne kadar milletin cebinden 222 milyar dolar alınmış. 

ARPACIYA BORÇ EDEN, AHIRINI TEZ SATAR

Atalarımız, “Arpacıya borç eden, ahırını tez satar” demiş… Saray Hükümeti’nin elinde, Türkiye tam olarak da bu halde… Her fırsatta, Cumhuriyetimizin kuruluş döneminin başarılarını görmezden gelen, Cumhuriyetin kurucu babalarına iftiralar atan Sarayın kibirlisi, görevde olduğu 18 yılda, Cumhuriyet döneminde kurulmuş, onlarca kamu kuruluşunu, fabrikayı satıp, savdı. Karşılığında 62 milyar dolar parayı aldı bir güzel yedi, tüketti. 

SARAY ÜLKENİN SON GÜMÜŞLERİNE GÖZ DİKTİ

Şimdi her hayırsız evlat gibi, evde kalan son gümüşlere göz dikmiş vaziyette… Borsaya, Kamu Bankalarına, madencilik, enerji, iletişim, tarım ve gıda alanındaki devlet kuruluşlarına ve fabrikalarına, devlete ait arsa ve arazilere, hatta şans oyunlarının lisanslarına bile göz koymuş vaziyette. Elde kalan milletin son gümüşlerini, kimseye hesap vermeden, dilediği gibi satıp savmak için de, Varlık Fonu’nu diye bir fon kurup kendine paravan etmiş. Başka ülkeler Varlık Fonlarını bugün elde ettikleri gelirleri, çocuklarına, torunlarına aktarmak için kurarken, Saray, Atalarımızın malını mülkünü satıp, yemek için böyle bir fon kurmuş. Millete ait 177 milyar liralık varlığı Fon’a devrettiler. Önce bu kaynağı rehin gösterip borç istediler. 2019’da Hazineyi de kefil ederek bula bula 1 milyar dolar ancak bulabildiler. Ardından bu yıl, fon eliyle 2 milyar dolar daha borçlanmak istediler. Ama bu defa kimse borç vermedi. 

SATTIĞINIZ BABANIZIN MALI DEĞİL

Bunun üzerine, fondaki gümüşleri teker teker elden çıkarmaya başladılar. Borsa İstanbul hisselerinin yüzde 10’u Katar’a satıldı. Güzel. Ama kaça satıldı, hangi şartlarla satıldı, Katar’dan daha fazla para veren var mıydı, yok muydu? Kimse bunları bilmiyor. Fon İhale Kanunu’na tabi değil, fonu Sayıştay denetlemiyor, milletin meclisi hesap soramıyor. Sarayın kibirlisi talimatı veriyor, milletin malını, millete hesap vermeden, haraç mezat satıyor. Yarın Çay Kur’u da, Ziraat Bankası’nı da, Halk Bankası’nı da, Vakıflar Bankası’nı da, BOTAŞ’ı da, ETİ Madeni de dilediğine peşkeş çekebilecek. Yani, Varlık Fonu’nu Düyunu Umumiye idaresi gibi kullanmaya başladılar. Borç geri ödemekte kullanıyorlar. Satılan bu mallar babalarının malı değil. Bu mallar milletin malı mülkü. 

KABİLE DEVLETİ ANLAYIŞIYLA GÜVEN VERİLEMEZ

Şimdi milletimizin her bir ferdi adına bizde soruyoruz: Borsa İstanbul’u kaça sattınız, hangi koşullarla sattınız? Daha fazla para veren var mıydı neden ona vermediniz? Bunu öğrenmek hepimizin hakkı. Ülkeyi aile şirketi gibi yöneteceğiz derken, ne kural kaldı, ne şeffaflık, ne de hesap vermek. Önce milletin malı Katar’a verildi, sonra da Damat, Fon’daki Başkanvekilliği görevinden affedildi. Ama yerine, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Başkanvekili olarak atanmadı. Anlaşılan Başkanvekilliği makamına atanabilmek için, Hazine ve Maliye Bakanı olmak yetmiyor. Damat olacaksın. Bu kabile devleti anlayışıyla yatırımcılara nasıl güven verecekler bilemiyorum.

 ARTIK ALGIYI DA YÖNETEMİYORLAR

Ülkemize yatırımın gelmesini ülkemizde refahın artmasını tabi ki herkesten çok biz isteriz. Ama bu ülkenin elde kalan son gümüşlerinin, “Batan geminin malları” gibi, tek bir adamın keyfine göre satılması bizim anladığımız, bizim bildiğimiz, bizim istediğimiz anlamda yatırım falan değildir. Sarayın sosyetelerinin sandığının aksine “Üst düzey uluslararası yatırım” hiç değildir. Üst düzey uluslararası yatırım, hukuk olmayan, saydamlık olmayan, denge ve denetim olmayan bir ülkeye gelmez. Gelmiyor da zaten. Saray’ın “altun” çocuğu, Avrupa Kalkınma ve İmar Bankası’nın Borsa İstanbul’daki hisselerini neden sattığını anımsarsa, “Ülkemize duyulan güvenin” hangi seviyelere düştüğünü gayet iyi görecektir. Saray aveneleri, algı yönetmeyi, ülke yönetmek zannediyorlar. Ama işin gerçeği, artık algıyı da pek yönetemiyorlar. Halının altına süpürdükleri pisliklerin kokusu arşa ulaşıyor. 

KATAR AŞKINA!

Saray hükümetinin eliyle, milletin varlıkları, malı mülkü, Katar’ın üstüne geçiriliyor. Bankalar, limanlar, AVM’ler, dijital platformlar, maç yayın hakları, Kanal İstanbul’un arazileri, ordumuza zırhlı araç üreten şirketler, borsamız ve elbette ordumuzun en stratejik varlığı olan Sakarya Tank Palet Fabrikası… Hepsini Katar’ın üstüne yapıyorlar. Katar aşkıyla, milletin malı mülkü Katar’a gidiyor. Üst düzey yatırımdan anladığınız, 83 milyonun varını, yoğunu 3 milyon bile nüfusu olmayan, 2,8 milyon nüfuslu bir ülkeye satıp, savmak mı? Korkarız, bu kafayla: Yakında Türkiye’nin tapusunu da Katar’daki o kim olduğunu bilmediğimiz “Üst Düzey Yatırımcının”  üstüne yaparsınız… 

ERİTTİKLERİ 128 MİLYAR DOLARLA 24 TANE TÜPRAŞ KURULUR

Saray’ın kerameti kendinden menkul; “Faiz sebep, enflasyon netice” teorisi uğruna, Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervini erittiler, tükettiler. Tekrar ediyorum: 128 milyar dolar. Bugün Türkiye’nin en büyük sanayi şirketi hangisi? TÜPRAŞ… TÜPRAŞ’ın bilanço büyüklüğü ne kadar? 5,4 milyar dolar. Yani bu 128 milyar dolarla sıfırdan 24 tane TÜPRAŞ kurulurdu, 130 binden fazla işsizimize, iş ve istihdam sağlanırdı. Böyle bir devasa bir kaynağı, tüm uyarılarımıza rağmen yediler bitirdiler.

 

BUNUN ADI İHANETTİR

Soruyoruz, soracağız: “Bu dövizler kimlere peşkeş çekildi? 128 milyar doları, Merkez Bankası’na geri koymak için neler yapacaksınız?” Yapılanın adını doğru koyalım. Bunun adı sadece “beceriksizlik” değildir, bunun adı sadece “liyakatsizlik” de değildir, bunun adı düpedüz görevi ihmaldir, savsaklamadır, ihanettir. Biz bu konuda bir araştırma önergesini geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunduk. Tüm milletvekillerine çağrıda bulunuyoruz. Gelin bu araştırma önergesine destek verin. Bu milletin parasını saçıp savuranlar kimdir, hep birlikte araştıralım, böyle bir savurganlığın bir daha yaşanmaması için neler yapılmalıdır, istişareyle bulalım.  

SARAY ESNAFIN FİŞİNİ ÇEKTİ

Esnaflarımız yoğun bakımda. Salgının ilk döneminde, borca batırılan esnaflarımız zaten zordaydı. Şimdi ikinci Koronavirüs dalgasıyla, bitkisel hayata girdi. Tüm dünya esnafının arkasında kapı gibi dururken, bizdeki saray hükümeti bitkisel hayattaki esnafımızı desteksiz bırakarak, fişini çekiyor. Dükkânını siftahsız kapatan esnaf; “Yeter artık dayanamıyoruz, destek vermezseniz batıyoruz” diyerek hükümete ihtar çekiyor. Devlete 40 yıl vergi veren esnafa, bu saray hükümeti 40 gün bile bakamıyor. 9 yıldır, vatandaşın vergileriyle 4,5 milyon Suriyeliye bakan saray hükümeti, onlara 50 milyar dolar veren saray hükümeti esnafımıza bakamıyor. Eğer sen esnafımıza bakamıyorsan o zaman Sarayını da, sıcak koltuğunu da bırakıp gideceksin. 

BIÇAK ÇİFTÇİNİN KEMİĞİNİ DELİP GEÇTİ

Çiftçilerimiz de perişan. Buradan haftalardır, çiftçinin Tarım Kredi Kooperatiflerine borcunu faizsiz yapılandırın diye bağırıp duruyoruz. Artık bıçak çiftçilerimizin kemiğini delip geçti. Traktörleri haczedilen çiftçiler sokaklara döküldü. Tarım Kredi Kooperatiflerinin adı; “Tarım Tefeci Kooperatifleri” oldu. Yaşanmış bir hikâyedir. Büyük Atatürk, Ankara’nın çevre köylerinden birinde, tarlasını tek bir öküzle süren çiftçiyi görür. Sorar; “Öküzün tekine ne oldu?” Köylü cevap verir: “Devlete vergi borcumuz vardı. İcra kapıya dayanınca öküzü sattık borcumuzu ödedik.” Bu cevaba üzülen Atatürk, kim olduğunu söylemeden ayrılır. Ertesi gün çiftçiyi buldurtup getirtip, misafir eder. Atatürk köylüye döner, “Anlat bakalım öküzün akıbetini” der. Köylü hikâyeyi aynen anlatır. Bunun üzerine Atatürk, yanındakilere döner; “Arkadaşlar… Biz İstiklal savaşını, köylünün öküzüne icra koyalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız? Gerekirse vergi borcu ertelenir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.” İşte Cumhuriyetimiz, bunun için “kimsesizlerin kimsesidir.” Çiftçinin traktörü, elinden alınıp, haczedilemez. Bu nasıl bir vicdansızlıktır, bu nasıl bir akıl tutulmasıdır… 

SALGININ YÜKÜ YOKSULLARIN ÜSTÜNE ÇÖKÜYOR

Bir kez daha tekrarlıyoruz. Gelin çiftçilerimizin kredi borç faizlerini sıfırlayın. Borçlarını yapılandırın, uzun vadeye yayın. Salgında bir başına bırakılan sadece esnaf ve çiftçi değil. Yoksul, desteğe muhtaç yurttaşlarımız da salgında kaderlerine terk edilmiş vaziyette. Söylemiştim, bütçesinden en az doğrudan destek veren hükümet bizde. Buna karşın en çok borç veren hükümet de bizde. Zaten bu salgının bütün yükü yoksulların, düşük gelir gruplarının üstüne çöküyor. Böyle bir destek tercihi de gelir dağılımının daha da bozulmasına yol açıyor. Derin Yoksulluk Ağı’nın İstanbul’un ilçelerinde yaptığı araştırmaya göre yoksul vatandaşlarımızın; yüzde 84’ü yeterli besine ulaşamadığını, yüzde 53’ü artık daha fazla öğün atladığını, yüzde 49’u bazı besin gruplarına hiç ulaşamadığını söylüyor. Her 10 aileden 6’sının eline 500 lira bile geçmiyor. Kirada yaşayan her 10 aileden 4’ü evden çıkarılmış. Ankete katılanların yüzde 50’si düzenli destek alarak ayakta kalabildiklerini, bunların da yüzde 40’ı, desteği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden aldıklarını söylüyor. 

BELEDİYELERİMİZİN PROJELERİ MİLLETİMİZİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRÜYOR

Şükür bizim belediyelerimiz var. Sosyal demokrat belediyecilik anlayışıyla geliştirdiğimiz projeler, milletimizin yüzünü güldürüyor. Güldürmeye de devam edecek. Ankara Büyükşehir Belediyemiz zor durumdaki lokantacı esnafından aldığı yemek ve yiyecekleri, karantinadaki ihtiyaç sahibi yurttaşlarımıza ulaştırıyor. Hem esnaf kazanıyor, hem de ihtiyaç sahibi aileler. Mersin’de Büyükşehir belediyemiz, salgın süresince kapalı kalan esnaflarımızın meskenlerinde kullandığı su bedelinin 500 TL’ye kadar olan kısmının belediye tarafından ödenmesi için hazırlığa başladı. 

ÜÇ KITANIN SAĞLIK MERKEZİ OLACAĞIZ(!) DERKEN…

Peki, Saray Hükümeti ne yapıyor? Salgını yönetemeyince, rakamları yönetmeye çalışıyor. Onu da ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Daha bundan birkaç gün önce, açıklanan resmi rakamlarla dünyada salgınla mücadelede en başarılı ülkelerden biri gözüküyorduk. Erdoğan katıldığı parti kongrelerinde, konferanslarda “Türkiye’nin salgını yönetmedeki başarısı, ülkemize yönelik ilgiyi daha da arttırdı” diyordu. “Türkiye salgın sürecini, pozitif ayrışmayla geçirmiş ülkelerden biridir” diye caka satıyordu. Hatta bu sağlık krizini fırsata çevirerek, “Koronavirüs’le örnek mücadelemiz, sağlık turizminde Türkiye'nin önünde yeni bir fırsat penceresi açtı. Türkiye'yi üç kıtanın sağlık merkezi yapacağız” diyordu. “Üç kıtanın sağlık merkezinde(!)”, şimdi yurttaşlarımız yoğun bakımlarda yer bulamıyor. 

VEHBİNİN KERRAKESİ ORTAYA ÇIKTI

Bir hafta önce gerçek vaka sayıları açıklandı. Bir de baktık ki bugüne kadar bize anlatılan hikayelerin hepsi yalanmış. “Vehbi’nin kerrakesi” ortaya çıktı. “Salgınla mücadelede en başarılı ülkelerden biri” iken, bir gecede “en başarısız ülkelerden biri” oluverdik. 30 bine ulaşan vaka sayısıyla, Avrupa’da en kötü durumdaki ülkeyiz. Dünya’da da en çok vaka görülen ilk 3 ülkeden biriyiz. Milletvekilimiz Murat Emir, gerçek vaka sayılarını iki ay önce açıkladığında, Sağlık Bakanı bunları inkâr etmişti. Yine Türk Tabipleri Birliği, “Sağlık Bakanının açıkladığı sayılar doğru değil” dedi diye, Sarayın bekçisi tarafından vatan haini ilan edilmişlerdi. Şimdi ne oldu? Sarayın ve Sağlık Bakanının millete doğruyu söylemedikleri anlaşıldı. 

NE BİLİİİM KURULU

Şimdi Sarayın kibirlisi; nasıl ekonomideki buhranın faturasını, Damadına kestiyse, bu rezaletin sorumluluğunu da, Bilim Kurulu’na yıkmaya çalışıyor. Genel Başkanımız ve bizler bunun olacağını görmüştük. Bilim Kurulu’nu sayısız defalar uyarmıştık. “Salgın bu boyutlara ulaşırken, bilim insanları olarak sessiz kalmayın” demiştik. “İçinizden bağımsız bir sözcü seçin, iktidara neleri önerdiniz, iktidar hangi tedbirleri kabul etti, hangilerini reddetti. Açıklayın” demiştik. Şimdi ne oldu? Bilim Kurulu’nun adı birden bire “Ne Biliim Kurulu” oldu. Bilim Kurulu, doğru vaka sayısını biliyor muydu? Vaka sayısı 5 bini geçtiğinde ne yaptı, ne önerdi? 10 bini aştığında ne söyledi? Vaka sayısı 20 bini, 30 bini aştığında neden sustu? Bugüne kadar ne için toplandı, ne için karar verdi? 

BİNLERCE VATANDAŞIMIZIN CANINA MAL OLDU, SARAY İSTİFA ETMELİ

Bir sorumuz da Sağlık Bakanı’na: “Gerçek vaka sayılarını geriye doğru açıklayacağınızı söylemiştiniz. Bu sayılar hala ortada yok. Ülkemizde vaka sayısı, 10 binin, 15 binin, 20 binin üzerine hangi tarihlerde çıktı? Bu kritik vaka sayısı eşikleri aşılırken, hangi tedbirleri aldı?” Millet adına bu soruların cevabını ben her şeyin sorumlusuyum diyen Sarayın kibirli adamından bekliyoruz. Artık hastanelerde yer kalmadı. Yoğun bakım üniteleri doldu taştı. Sağlık Bakanı “sağlık ordumuz ağır yük altında” diyor. Hastanelerin, kafeteryaları, bahçeleri sahra hastanelerine çevriliyor. Şimdi Adana Büyükşehir Belediyemizin hazırladığı Sahra Hastanesi yerine bin türlü laf söyleyenler, acaba biraz olsun utanıyorlar mı? Dokuz aydır millete yalan üstüne yalan söylediler. Binlerce vatandaşımızın hayatını yitirdiği bu salgında, vaka sayılarını ve salgındaki gerçek tabloyu gizleyerek, gerekli önlemlerin alınmasını engelleyen, binlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan Saray’ın kibirlisi, bu tablonun esas sorumlusudur ve istifa etmelidir. Bu öyle, “Pardon” denerek, “Millet beni affetsin” denerek geçiştirilemez. 

SİZ DEVLET DEĞİL, HÜKÜMETSİNİZ

Saray rejimi, ülkemizi dört başı mamur bir “devlet krizinin” içine sokmuştur. En büyük marifetleri AK Parti Genel Başkanına koşulsuz itaat etmek olan kadrolar köşe başlarını tuttu. Kurumlar çöktü, kurallar yıkıldı. Saray ve avanesinde, kibir ve pişkinlik diz boyu İstanbul’da babası üzerine bina dikerken yıktığı tarihi çeşmeyi, “Restore ettiriyorum” deyip kitabesine de babasının adını yazdıran Saray sosyetesine mensup, “Yeliz” namıyla maruf AK Parti Milletvekili “Hem çeşme ihya oldu, hem babamın ruhuna gitti ne var yani bunda?” diyebiliyor. Yine milletti görmeyen, feryadını duymayan bir başka AK Parti vekili, “Türkiye’de kriz yok, işsizim açım diye gelenler, iş beğenmiyorlar” diyor. Milletin evladı iş bulamazken, Abisini Belediyeye imar müdürü yapan, Saray ittifakına mensup bir başka belediye başkanı da soru üzerine, “Biz Çayeli’nde hepimiz kardeşiz” diyor. Saray’ın kibirlisi çıkıyor, İstanbul’un kalbine hançer gibi saplanacak, ucube Kanal İstanbul Projesi için “Bu benim çılgın projem” diyor. Bu projeyi, kendisine oy veren yüzbinlerce hemşehrisi adına eleştiren Belediye Başkanımıza da, “Bu devlet projesidir, bunu eleştiremezsin” deniyor. Bunlar gücü çok sevdiler. O güçle, 272 senelik tarihi çeşmenin kitabesini değiştirebiliyorlar, milletin işsiz evlatlarını “iş beğenmiyorlar” diye hakir görürken, eşi, dostu, akrabayı istedikleri yere atayabiliyorlar. Bunlar milletten koptu. Artık gözleri döndü, Fransa kralı 14. Louis misali “Devlet benim” demeye başladılar. Kendinize bir gelin ya. Siz devlet değilsiniz. Siz hükümetsiniz. Devlet bakidir. Hükümetler gelip, geçicidir. Bunu idrak edemediğiniz içinde her geçen gün devlet krizini biraz daha derinleştiriyorsunuz. 

ARSIZLIK, PİŞKİNLİK, ŞIMARIKLIK DİZ BOYU

Devletin “Adalet direğini” çökerttiniz. Şimdi bir taraftan yargı reformundan bahsediyorlar, bir taraftan yargı reformu diyen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesini topa tutup istifa ettiriyorlar. Bir taraftan yine yargı reformundan bahsediyorlar, diğer taraftan, “FETÖ’nün yargıdaki taktiklerini kullandık” itirafında bulunan Eski Milletvekillerini disipline sevk ediyorlar. Bir taraftan yargı reformundan bahsediyorlar, bir taraftan da bir mafya bozuntusunu hapisten çıkarıp Genel Başkanımızın üstüne salmaya kalkıyorlar. Sarayın küçük ortağı da bugüne kadar hiçbir siyasetçinin yapmadığını yapıyor. Ana muhalefet liderine hakaret eden, tehdit eden bir mafya artığına “Yol arkadaşım” diyerek sahip çıkabiliyor. Sarayın besleme basını da Sayın Genel Başkanımız hakkında “Ölü Adam Yürüyüşü” diye yazı yazıp, tehditlere destek veriyor. Beylerdeki arsızlık, pişkinlik, şımarıklık diz boyu. Emniyet, savcılar, mahkemeler bu tehditler karşısında hala daha kılını bile kıpırdatmıyor. 

HERHALDE MAFYA ARTIĞINI, ARINÇ’IN KOLTUĞUNA OTURTACAKLAR

Bakın, Çubuk’ta tam bir yıl önce, Genel Başkanımıza karşı yapılan linç girişiminin bugün ilk duruşması başladı. Ana Muhalefet liderine linç girişiminde bulunuluyor, ilk duruşma üzerinden bir yıl geçtikten sonra yapılıyor, ortada hala hiçbir şey yok. Bu arada; o günlerde Parti Sözcüsünün “ihraç ettik” dediği, ama üyeliği hala devam eden saldırgana sahip çıkmak üzere de, bugünkü duruşmada Saraya yakın avukatların salonda olduğunu da duyuyoruz. Bütün bu gelişmeler devlet krizine zirve yaptırıyor. Ülkeyi yönetilemez hale getiriyor. Bunlar yaşanırken Sarayın kibirlisinden çıt dahi çıkmıyor. Herhalde ortağının, “Yol arkadaşım” diyerek sahip çıktığı mafya artığını, Bülent Arınç’tan boşalan Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine atamaya hazırlanıyor.

Milletimiz, her yapılanı görüyor. Her söyleneni duyuyor. Notunuzu veriyor. Önüne gelecek sandık için gün sayıyor. Sandık önüne geldiğinde de sizleri evinize gönderecek.

Yayınlanma Tarihi : 2020-12-1 00:45:52
Okunma Sayısı : 1176
oıo