CHP Sözcüsü Öztrak:“VATANDAŞA NAS, TEFECİYE NAZ”

ERDOĞAN’DAN OLSA OLSA IMF EKONOMİSTİ OLUR” 

“KENDİNİ JOKEY SANDI ATTAN DÜŞTÜ” 

“ŞİMDİ DE KENDİNİ EKONOMİST SANIYOR, PARAMIZIN DEĞERİ DÜŞÜYOR” 

“KENDİ KOKUSUYLA MEST OLMAYI BIRAKSIN MİLLETİN HALİNE BAKSIN” 

“TÜRKİYE ORGANİZE KÖTÜLÜKLE KARŞI KARŞIYA” 

CHP Sözcüsü Öztrak, yüksek faizi kimsenin istemediğini ama faizi düşürmek için enflasyon beklentilerini ve risk primini düşürmek gerektiğini belirtti. 

Erdoğan’ın faizin nas olduğu yönündeki sözlerini de değerlendiren Öztrak, “Erdoğan faizi de, faizcileri de, tefecileri de sever. Rahmetli Erbakan’ın dediği gibi, kendisi olsa olsa IMF iktisatçısıdır. Erdoğan Hükümetleri döneminde, Londra’daki, New York’taki faiz lobilerine, 20 yılda 194 milyar dolar ödendi. Faizle ilgili nas, nedense bu ödemeler yapılırken hiç akla gelmedi. Vatandaşa gelince nas, tefeciye gelince naz” diye konuştu. 

Erdoğan’ın daha önce kendini jokey sandığında attan düştüğünü, bugünlerde de kendini ekonomist sandığını söyleyen Öztrak, “Bu sefer, yalan yanlış kararlarının ağır faturası ülkemize çıkıyor. Bedelini milletimiz ödüyor. Milli bayrağımız gibi, milli marşımız gibi, bağımsızlığımızın simgesi milli paramız, tepe taklak düşüyor” dedi. 

Hükümete kendisine duymak istediği şeyleri söyleyen Saray dalkavuklarına değil, sokağın haline bakması tavsiyesinde bulunan Öztrak, “Erdoğan, ekranlarda önce bizim gençlerimize, yetmeyince de Afrikalı gençlere, Saray’da hazırlanan vıcık vıcık çanak sorular sordurup, kendi kokusuyla mest olmayı artık bırakmalıdır. Milletin içine girmelidir. Sorunları dinlemelidir” ifadelerini kullandı. 

Türkiye’nin şu an organize bir kötülükle karşı karşıya olduğunu kaydeden Öztrak, “Erdoğan’ın bundan hemen vazgeçmesi gerekir. Ama bu da yetmez, ülkede kaybolan güveni geri getirmek için, milletin hakemliğine başvurmak, sandığı milletin önüne biran evvel getirmek tek çaredir” değerlendirmesinde bulundu.

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: 

ÜÇ ÇEŞİT CEHALET VAR

Atalarımız cehaleti üçe ayırmış. İlki Cehl-i basit: Yani bilmeyen ama bilmediğini de bilenler. İkincisi Cehl-i mürekkep: Bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyenler. Üçüncüsü ve en tehlikelisi Cehl-i mik’ap: Bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen ama en doğruyu bildiğini sananlar. Bunların diğer adı da “katmerli cahildir.” En zararsız cehalet ilkidir. Yani Cehl-i basit… Çünkü bilmediğinin bilincinde olan kişi öğrenebilir. Cehl-i mürekkebin tedavisi biraz daha zordur. Çünkü bunlarda, bilmediğini bilme bilinci yoktur. Ama böyle bir bilinç geliştiğinde de, bunlar da öğrenebilir. Cehl-i mik’ap ise tedaviye hiç ama hiç açık değildir. Böyle bir cehaletle malul olanlar, kerameti kendinden menkul yanlış bilgilerini ilim sanırlar. Ve bedeli ne olursa olsun yanlışta ısrar ederler. Bunlar sıradan işlerle meşgul olurlarsa, zararları dar bir muhitle sınırlı kalır. Ama hem kibir hastalığıyla hem de Cehl-i mik’apla malul birine, büyük görevler verilmişse, karşılaşılan zararda o nispetinde artar, yıkıcı olur. Hele hele bunlar bir devletin başındaysa, bir de o devlette denge ve denetimin olmadığı ucube bir rejim hakimse sonuç tüm ülke için felaket ve ağır bir yıkım olur. 

TL TÜM PARALARA KARŞI PUL OLUYOR

İşte bugün cehl-i mik’ap ile malul tek bir kişinin elinde, ülkemiz, ne yazık ki, oradan oraya savruluyor. Görülmemiş bir güven krizini ve çok ağır bir ekonomik buhranı yaşıyoruz. Milli paramız, dünyanın tüm para birimleri karşısında pul oluyor. Milletimizin yıllarca çalışıp, biriktirdiği alın teri heba oluyor. Milli varlıklarımızın değeri beş paralık oluyor. Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan gelenler, eriyen milli paramızın kaymağını yemek için, Edirne’yi, Kırklareli’ni, Tekirdağ’ı işgal ediyor, mülk alıyorlar. Limanlarımız, elde kalan son stratejik tesislerimiz, Körfez şeyhleri için görücüye çıkarılıyor. Elde kalan bu son milli varlıklarımıza, batan geminin malları muamelesi yapılıyor. 

CEHALETİN BU DERECESİ İÇİN GAYRET SARF ETMEK GEREKİR

Koskoca ülkemiz 1 milyoncu mağazasına çevrildi. Allah Aşkına şu hale bir bakın. Memlekette iki türlü kuyruk peyda oldu. İlkinde yani burada ucuz ekmek için, karda kışta saatlerce bekleyen bu ülkenin evlatları var. Bunda ise Türk Lirası pul olduğundan, marketleri yağmalamak için, Bulgaristan’dan gelenlerin kuyruğu var. Tıpkı bayrak gibi, tıpkı milli marş gibi, ülkemizin güç ve itibarının simgesi milli paramızla, Arap turistler sosyal medyada alenen alay ediyor. Ülkemizi bu acıklı hale sokan cehlin bu derecesi için, insanın mutlaka gayret sarf etmesi gerekiyor. 

DIŞ GÜÇLER BU KADAR ZARAR VEREMEZDİ

Erdoğan ve şürekâsının ağzından düşürmediği dış güçler bile, güzelim ülkemize bu kadar zarar veremezdi. Ne güzel diyor Yunus Emre; ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır. Ama cehl-i mik’ap ve kibir hastalığıyla malul Erdoğan, yarım yamalak, yalan yanlış bildiğini ilim zannediyor. 

KENDİNİ JOKEY SANIP ATTAN DÜŞTÜ, ŞİMDİ KENDİNİ EKONOMİST SANIYOR

Hatırlayın daha önce de kendini jokey sanmıştı. Atın üstünde 30 saniye duramadı. Bedelini attan düşerek ödedi. Şimdilerde, kendisini ekonomist sanıyor. “Ekonominin kitabını yazdım” diye böbürleniyor. Ama bu sefer, yalan yanlış kararlarının ağır faturası ülkemize çıkıyor. Bedelini milletimiz ödüyor. Milli bayrağımız gibi, milli marşımız gibi, bağımsızlığımızın simgesi milli paramız, tepe taklak düşüyor. Niye böyle oldu diye sorarsanız, Erdoğan diyor ki, “Benim hiçbir sorumluluğum yok.” Millete şimdi masallar anlatıyor. “Biz değil, dünya kötü” diyor. O da olmazsa, dış güçler ekonomimize operasyon çekiyor diyor. 

3 AYDA TL, DOLAR KARŞISINDA YÜZDE 51 DEĞER YİTİRDİ

Şimdi soruyorum, dünya bizden kötüyse, Amerika battıysa, neden paramız Amerikan doları karşısında yılbaşından bu yana yüzde 58 değer kaybetti? Almanya, Fransa, hasılı tüm Avrupa perişansa neden Türk Lirası, Avro karşısında son bir yılda yüzde 54 değer kaybetti? Eğer Dünya bizden kötüyse, Dolar, Avro bizim paramız karşısında değer kaybetmeliydi. Ama tam tersi oldu. Erdoğan Merkez Bankası Başkanını görevden aldı. Yeni başkan “çekirdek enflasyonu esas alacağız” dedi. Üç ayda paramız dolar karşısında yüzde 51 değer kaybetti. Merkez Bankası Başkanını kim görevden aldı? ABD mi, yoksa damat mı görevden aldırdı? Kim kime saldırıyor? Hanedan içindeki intikam savaşları ne zamandan beri dış güçler tarafından yönetiliyor? 

KATAR DA MI DIŞ GÜÇ?

Hadi diyelim dış güçler saldırdı. O halde; her sıkıştığınızda kapısına koştuğunuz, Tank Palet Fabrikasını peşkeş çekecek kadar kıymet verdiğiniz, tüm ülkenin tapusunu üzerine yaptığınız, Katar’ın Riyali karşısında Türk Lirası, yılbaşından bu yana neden yüzde 57 değer kaybetti? Katar’da mı dış güç oldu üstümüze geliyor? Yine bu milleti, dostluk ve kardeşlik bağımızın olduğu Pakistan’a, dış güç diyecek, onu dış güç görecek kadar cahil mi sanıyorsunuz? Neden Türk Lirası, yılbaşından bu yana, Pakistan Rupisi karşısında yüzde 52 değer kaybetti? Şu son dönemde Türk Lirası, Mozambik Metikali karşısında yüzde 63, Papua Yeni Gine Kinası karşısında, yüzde 57 değer kaybetti. Haritada bir bakışta yerini zor bulacağımız, Mozambik ve Papua Yeni Gine de mi bizim ekonomimize kumpas kurdu? Geçin bu hikâyeleri.

 

BAKANI BİLE DIŞ GÜÇ HİKAYESİNE İNANMIYOR

Buradan söylüyorum, altını çizerek söylüyorum, sorun dışarıda değil, sorun içeride… Sorun doğrudan Ucube Şahsım Rejiminde… Sorun cehl-i mikap ve kibir hastalığıyla malul bir kişinin hükümet etmesinde. İşte şimdi bu dış güçler lafına, Erdoğan’ın kendi atadığı, yeni Hazine ve Maliye Bakanı bile inanmıyor. “Yok öyle bir şey” diyor. Ucube tek adam rejimini getirdiler. Meclis’i devre dışı bıraktılar. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyerek, ülkeyi yangın yerine çevirdiler. Milletin 128 milyar dolarını niye, kime, kaça demeden sattılar… 

İMKANSIZ ÜÇLÜ

İktisat okuyanlar gayet iyi bilir. Sermaye hareketlerine açık bir ekonomide, hem döviz kurlarını, hem de faizleri aynı anda kontrol etmek için döviz satmak dibi delik kovaya su boşaltmaktan başka bir şey değildir. İktisat teorisinde buna “imkânsız üçlü” denir. Buradan da biz söyleyiverelim. İşte ekonomi konusundaki katmerli cehalet, Merkez Bankası’nın önce bir kolunu bağladı. Sonra diğerini de kesip attı. Ülke tarihinde görülmemiş bir devalüasyonla karşı karşıya kaldık. Ülke toprakları yabancıların talanına açıldı. 

OLSA OLSA IMF EKONOMİSTİ OLUR

Erdoğan kendisine ekonomist diyor da, bu rahmetli Erbakan’ın dediği gibi kendisi olsa olsa IMF ekonomisti olur. Şimdi de okuduğunu iddia ettiği ekonomide şöyle bir kural var diyor; “Dere yatağında akarmış.” Bu ne demek? Bu “Cin Ali” cümlelerini, Erdoğan acaba hangi ekonomi kitabında okumuş? Ama ben buradan bir şey söyleyeyim, Erdoğan’ın yönettiği ekonomide, derelerimiz dahi yatağında akamadı. Yandaşlarının yaptığı HES’ler nedeniyle kurudu. Dere yataklarına evler inşa ettirildi. Ve yatağında akmasına izin verilmeyen o derelerde geldi, milletin canını, malını, mülkünü elinden aldı. Tekrar söylüyorum, gerçekten bu kadar cehalet, ancak özel bir gayretle mümkündür. Bu kadar gaflet, bu kadar süreye zor sığar. 

MERKEZ’İN KASASINDA KENDİNE AİT TEK SENT YOK

Şu anda Merkez Bankası’nın kasasında kendisine ait tek bir sent bile yok. 10 Aralık itibariyle, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın döviz kasasında, 38 milyar 781 milyon dolarlık açık var. Ama Merkez Bankası, kendisine ait olmayan dövizleri satmaya devam ediyor. Son iki haftada piyasaya 10 milyar dolar satılmış. Ama Türk lirası kar gibi erimeye devam etmiş. Yani dibi delik kovaya su boşaltılmış. 

HATA BİR KEZ YAPILIRSA HATADIR

Hata bir kez yapılırsa hatadır. Hata tekrarlanırsa bu bir tercihtir. Veya yapılan alenen birileri için bir tezgâhtır. Böyle bir yıkımı, bu şiddette gerçekleştirmek, ancak özel bir gayretle mümkündür. Erdoğan, dünya bizden kötü hikâyesini milletimize yutturamadı, dış güçler saldırıyor masalına kendi bakanı da dahil hiç kimseyi inanmadı. Bunu görünce de kendi hataları nedeniyle ortaya çıkan felaketin sorumluluğunu Yüce Allah’ın üzerine yıkacak kadar yoldan çıktı. Dün akşam; “Naslar neyi gerektiriyorsa, onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu” diyecek kadar ileri gitti. 

MADEM NAS, UYGULADIĞINIZ FAİZİ SIFIRLAYIN

Ülkeyi yangın yerine çevireceksin. Yabancılara talan ettireceksin. Sonra da Muaviye misali, Kuran-ı Kerim sayfalarını yırtıp mızrağa geçirerek kendine kalkan yapmaya kalkacaksın. Edep yahu! Ama artık Erdoğan’a güven bitti, yapı paydos. Bu bölümü geçmek için basacak tuşu kalmadı. Merkez Bankası’nın faizini, 5 puan indirdin. Ama Hazine’nin borçlanma faizi aynı dönemde 5 puan arttı. Merkez Bankası’nın tabela faizinin 19’dan 14’e inmesinin gerekçesi nas. Peki hazinenin borçlanma faizini yüzde 17’den 22’ye çıkarmanın gerekçesi ne oluyor? Devlete borcunu ödemekte geç kalan vatandaşa, aylık yüzde 1,6, yıllık yüzde 19,2 gecikme faizi uyguluyorsunuz. Bu gecikme faizini sıfırlamak, piyasanın değil, doğrudan Erdoğan’ın yetkisinde. Madem faizi indirmek nas gereği, hadi bu faizi de sıfırlasanız ya… Milletin yüzünü bir güldürseniz ya! 

VATANDAŞA NAS, TEFECİYE NAZ…

“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Görünür şahsın rütbe-i aklı eserinde…” Erdoğan’ın eseri ortadadır. Milletin borç faiz yükü giderek artıyor. Ne yazık ki bu gidişle daha da artacak. Enflasyon çok yakın zamanda 30’a, sonra 40’a çıktığında, Hazine’nin borçlanma faizi de, bankaların kredi faizi de bu seviyeleri geçecek. Çünkü Erdoğan faizi de, faizcileri de, tefecileri de sever. Rahmetli Erbakan’ın dediği gibi, kendisi IMF iktisatçısıdır. Erdoğan Hükümetleri döneminde, Londra’daki, New York’taki faiz lobilerine, 20 yılda 194 milyar dolar ödendi. Faizle ilgili nas, nedense bu ödemeler yapılırken hiç akla gelmedi. Vatandaşa gelince nas… Tefeciye gelince naz…

 MİLLETE TASARRUF, ERDOĞAN’A ÜÇ MERCEDES

Milletimiz siyasete bir yüzükle girenlerin, bugün milletin parmağında, tek yüzük bile bırakmadığını artık gördü. Bunların yönettiği ülkede; Saray şürekâsı millete “porsiyonları küçültün” dedi. Enerji Bakanı “gazı biraz kısın” dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı “pazara akşama doğru gidin” dedi. Ama saray itibardan tasarruf etmesin diye, bütün bu tasarrufu sarayın beslemeleri yoksul halkın üzerine yıktı. Kendileri ne yaptı? Şu zor günde kendilerinin yaptıklarına bir bakın: Tanesine 1 milyon 800 bin Avro, yani bugünkü kurdan araç başına 33 milyon lira ödeyerek, Erdoğan’a üç yeni Mercedes aldılar. İnsanda biraz vicdan olur, izan olur, utanma olur. 

DÜNYA ARTIRIYOR, BİZ AZALTIYORUZ

Aklı başında olan hiç kimse yüksek faizden hoşlanmaz. Ama enflasyon alıp başını giderken, faizleri emirle indirmeyi de kimse düşünmez. Dünya üzerinde resmi enflasyonu hızla yüzde 30 ve üzerine doğru yükselirken, faizleri indirmeye devam edeceğini ilan eden tek ülke biziz. Üstüne üstlük bunu zaman yapıyoruz? ABD Merkez Bankası’nın, parasal sıkılaştırma takvimini açıkladı zamanda. Dünyada faizler artacak. İngiltere Merkez Bankası faizleri artırmaya başladı bile. Yani ucuz para dönemi bitiyor. Bu arada bize benzer ekonomilerin hepsi de faizlerini artırdı, ya da artırmaya hazırlanıyor. Brezilya politika faizini yüzde 2’den yüzde 9,25’e çekti. Rusya yüzde 4,25’den yüzde 8,5’e çekti. Meksika yüzde 4’den yüzde 5,5’e çıkardı. 

BİZ DE FAİZİN DÜŞMESİNİ İSTERİZ AMA BUNUN YOLU BELLİDİR

Elbette hepimiz faizlerin düşmesini isteriz. Ama rüzgâra karşı tükürmeye kalkarsanız, o tükürük yüzünüze yapışır. Ekonomik dengeleri bozmadan, iktisat bilimi içinde kalarak faizleri düşürmenin yolları ve yöntemi bellidir. Çözüm, iktisat bilimi içinde aranmalıdır. Faizleri düşürmek için, enflasyon beklentilerini ve risk primini düşürmek gerekir. Ama Eylül başında ülkemizin kredi risk primi 359’du. Şimdi 522’ye sıçradı neden? Çünkü saray faizleri indirin emri verdi de ondan. Kaş yapayım derken, göz çıkarıldı. Hem enflasyon beklentileri hem de risk primi sıçradı. Türk Lirası’nın para olma fonksiyonları gitti. Faizi düşürmek mi istiyorsunuz? Önce şu parmaklarınızı bir tuşlardan çekeceksiniz. Ama böyle olmuyor. 

ERDOĞAN’IN ARTIK SUSMASI GEREKİR

Erdoğan; dün akşam bir konuştu. “Pazartesi günü, finans dünyasında sıkıntılar olacak iddiaları var” dedi. Ardından da, faiz indirimlerinin devam edeceğini söyledi. Şu saate kadar Türk Lirası tek bir günde yüzde 7 değer kaybetti. Ben buraya gelirken dolar 17,5 liranın üzerindeydi. Bunlar olacak işler değil. Bütün bunların tek bir sorumlusu var o da Erdoğan. Erdoğan ne zaman konuşsa, kur da, ülkemizin risk primi de artıyor. Bu kasıtsız olamaz. Cehlin bu kadarı tekrar söylüyorum ancak planlı, programlı olur. Eskilerin güzel bir lafı var. Ehemi, mühime tercih etmek… Yani en önemliyi, önemliye tercih etmek… Şu anda Türkiye ekonomisi için en önemli şey, döviz kurundaki aşırı oynaklığı ve ekonomideki istikrarsızlığı gidermektir. Bunun için Erdoğan’ın “elini tuşlardan çekmesi” ve artık susması gerekir. 

ÜLKEMİZ ORGANİZE KÖTÜLÜKLE KARŞI KARŞIYA

Ülkemiz şu anda organize bir kötülükle karşı karşıyadır. Erdoğan’ın bundan hemen vazgeçmesi gerekir. Ama bu da yetmez, ülkede kaybolan güveni geri getirmek için, milletin hakemliğine başvurmak, sandığı milletin önüne biran evvel getirmek tek çaredir. Bu ortamda yurttaşlarımız, paralarının satın alma gücünü korumak için, haklı olarak dövize koşmaktadır. Bankalardaki mevduatın yüzde 64’ü yabancı para mevduata dönmüştür. Biz böyle bir dolarizasyonu ne 1994 krizinde, ne de 2001 krizinde gördük. Döviz piyasasında o kadar büyük bir oynaklık yaratıldı ki, artık kimse fiyat belirleyemiyor. Bugün malını satan esnaf, yarın aynı malı rafa koyamayacağından endişe ediyor. Satmamak, satmaktan daha kârlı hale geldi. Tedarik zincirleri tamamen koptu. Kış geldi, kar başladı. Piyasada kışlık lastik yok. İki ay önce parası verilip sipariş edilen lastiklere, sipariş iptali geliyor. Millet şu soğukta balkonunu camla kaplatmak istese, küçük bir servete mal oluyor. 

ALMAN 1 AYDA, TÜRK GENCİ 6 AYDA ALABİLİYOR

Bugün son model bir akıllı cep telefonu almaya kalksanız, Türkiye’deki fiyatı 31 bin 999 liradan başlıyor. Aynı telefon Almanya’da 1.249 Avroya satılıyor. Almanya’da asgari ücret 1.585 Avro. Asgari ücretle çalışan bir Alman genci bir aylık maaşıyla, son model bir akıllı telefon alıyor. Üstüne de bir miktar para cebine kalıyor. Türkiye’de ise net asgari ücret 4 bin 253 lira. Brütü 5 bin 4 lira. Benim ülkemin genci, asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilirse, o da diyorum bir daha asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilirse aynı telefonu almak için 6 ay çalışması gerekiyor. Yine de alamıyor, yetmiyor. Bir Alman gencinin 6 telefon alacağı sürede, bir Türk genci tek bir akıllı telefon alamıyor. İşte ülkemizde gençlerin, emeğin ve emekçinin hali bu… 

NİYETLERİ ÜLKENİN TAMAMINI ASGARİ ÜCRETLİ YAPMAK

Asgari ücret deyince Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı; “Tüm işçilerin ücret gelirlerinin, asgari ücrete kadar olan kısmından, gelir ve damga vergileri kaldırıldı” demişti. Ama Meclis’e yeni gelen teklifte bir de baktık düzenleme böyle değil. Sadece brüt asgari ücreti geçmeyen ücretler, gelir ve damga vergisinden istisna ediliyor. Ücreti, brüt asgari ücretin üzerinde olanlarda, asgari ücrete kadar olan kısma istisna getirilmiyor. Gelir ve damga vergisi eskisi gibi tahsil ediliyor hem de tamamından. Sadece vergiden sonraki ücret, net asgari ücretin altına düşerse, aradaki fark net asgari ücrete tamamlanacak. Bu hükümet, ülkemizde çalışanların yüzde 60’ını zaten asgari ücretli yapmıştı. Şimdi anlaşılan niyeti ülkenin tamamını, asgari ücrete mahkûm etmek. Bu düzenlemeyle, asgari ücrete yakın ücret alanlarla, ilgili ayda asgari ücret dışında, fazla mesai ve sosyal ödenek alanlar, ciddi bir kayba uğrayacaktır. Fazla mesainin, sosyal ödeneklerin, ikramiyelerin önemli bir bölümü, vergiye gidecektir. Mevcut ücretler dahi aşağıya çekilecektir. Asgari ücret tek tip ücrete dönüşecektir. İşçilerin çok ciddi kıdem ve emeklilik aylığı kayıpları olacaktır. 

MECLİS’TE DÜZELTİLMELİ

Bu haliyle bu düzenleme, ülkemizde iş barışını bozar. Ücret adaletini ortadan kaldırır. Ekonomide kayıt dışılığı artırır. Elden, açıktan maaş ödemelerini arttırır. Anlaşılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı arasında bir koordinasyon sıkıntısı var. Erdoğan Şahsım Yönetiminde bu sıkıntılar artık vakayı adiyeden oldu. Gerçi bu akşam ikisini çağırıp konuşacakmış. Bakalım ne çıkacak. Ama bu vergi sorunu ciddidir. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Meclis’te ivedilikle düzeltilmelidir. 

ÜLKEYİ YÖNETENLERİN GÖREVİ HUSUMET ÇIKARMAK DEĞİL DİNLEMEK

Adaletin yürüyen timsali Hazreti Ömer; “Bana hatalarımı, kusurlarımı söyleyen, benim gerçek kardeşimdir” buyurmuş. Hata ve kusur elbette insana mahsus. Ama Erdoğan ne eleştiri kabul ediyor, ne de hatalarını düzeltmek için gayret sarf ediyor. İşte ekonomide yaşanan sıkıntılar sonunda, iş dünyasının da canına tak etti bugüne kadar suskun kalan. TOBB, TÜSİAD, İstanbul Sanayi Odası Başkanları, ekonomideki akıl dışı gidişi, mahcup da olsa eleştirmeye başladı. Ülkeyi yönetenlere düşen görev ise bu eleştirilerden husumet çıkarmak değildir. Bu eleştirilere ön yargısız kulak vermektir. Çünkü Türkiye ekonomisi, üzerinde kumar oynanacak, ya tutarsa denilerek, üzerine elbise biçilecek bir ekonomi asla değildir. Söz konusu olan 84 milyonun kaderidir. 800 milyar dolarlık bir ekonomiden bahsediyoruz. Böyle giderse Türkiye gelecek yıl, 800 milyar dolarlık bir ekonomi de olamayacaktır. Dolayısıyla milletin, emekçinin, emeklinin, çiftçinin, esnafın, iş dünyasının kaygılarına, sesine kulak verilmelidir. 

KENDİ KOKUSUYLA MEST OLMAYI BIRAKSIN

Erdoğan Şahsım Yönetimi’ne tavsiyemiz. Kendisine duymak istediği şeyleri söyleyen Saray dalkavuklarına değil, bir zahmet sokağın haline bakmasıdır. Ekranlarda önce bizim gençlerimize, yetmeyince de Afrikalı gençlere, Sarayda hazırlanan vıcık vıcık çanak sorular sordurup, kendi kokusuyla mest olmayı artık Erdoğan bırakmalıdır. Milletin içine girmelidir. Sorunları dinlemelidir. 

ÇOCUKLARIN AÇLIKLA TERBİYE EDİLMEDİĞİ BİR ÜLKE

Biz her gün insanlarımızla beraberiz. Milletimizin hali ortadadır. Sıkıntılar çok büyüktür. Milletimiz artık en kısa sürede, sandığın önüne gelmesini beklemektedir. Ülkedeki güven bunalımını aşmanın başka bir yolu yoktur. Sandık; döviz piyasasına da, faize de yapılacak en etkili müdahale olacaktır. Artık daha fazla gecikmeden, milletin hakemliğine gitmek, herkes için en hayırlı seçenektir. Milletimiz bugün içinde yaşadığı sıkıntılara çare beklemektedir. Milletimiz; can ve mal güvenliği, söz söyleme özgürlüğü ve gerçek demokrasi istemektedir. Milletimiz; yoksullaşarak ihracat yapmayı, tasarruflarını, atadan dededen kalan gümüşlerini, elinde avucunda ne varsa satarak cari dengeyi tutturmayı reddetmektedir. Milletimiz, yapısal reformlarla, dijital ekonomi güçlendirerek, Yeşil Mutabakatla, eğitimle ülkede verimliliğin, emeğin verimliliğinin artırılmasını istemektedir. Bu şekilde cari dengeyi fakirleşerek değil, zenginleşerek tutturmak istemektedir. Bizim gençlerimiz de, bir Alman genci kaç gün çalışarak bir akıllı telefon alabiliyorsa, onun kadar hatta daha az çalışarak akıllı telefon alabilmelidir. Milletimiz, hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği, hiçbir çocuğun kendini açlıkla terbiye etmediği bir ülke istemektedir. Milletimiz, devletinin, siyasetçinin iki dudağına bakmadan, işsiz, parasız kaldığında, muhtaç olduğunda devletin imkanlarının bir hak olarak yanında olmasını istemektedir. Milletimiz borca batmadan, enflasyon, faiz, döviz bataklığında boğulmadan, havamızı, suyumuzu, toprağımızı kirletmeden refaha kavuşmak istemektedir. Milletimiz, yeni kurumlar, yeni kurallar ve tüm bunları yapabilecek yeni kadroları arzulamaktadır. 

İKTİDARA TALİBİZ

Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bunları gerçekleştirmeye hazırız. Cumhuriyeti milletimizle beraber biz kurduk. Demokrasiyi, ülkemize biz getirdik. Emekçiye sosyal haklarını biz verdik. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında da ülkemizi gerçek demokrasiyle, refah devletiyle taçlandırmaya, orta gelir tuzağından kurtarmaya, milletimizi topyekûn, dünyanın en zengin milletlerinden biri yapmaya, biz talibiz. Milletimizin teveccühüyle iktidara talibiz. 

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Şimdi sorularınız varsa alabilirim. 

Soru- Daha önce CHP’den yapılan açıklamalarda Belediye Başkanlarının adaylığına sıcak bakılmadığı ifade edilmişti. Fakat Belediye Başkanlarının Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu yeniden gündeme geldi. Bu konuda Genel Merkezin görüşü nedir?

Faik ÖZTRAK- Bu konudaki görüşlerimizi gerek Sayın Genel Başkanımız, gerekse Parti Sözcüsü olarak ben partimizin görüşlerini defaatle ifade ettik. Artık bunları bir daha tekrarlamaya gerek yok. Ama Cumhurbaşkanı adayımızı karşımızdakiler merak ediyorlarsa, getirirler sandığı görürler adayımızı. 

Soru- Cumhurbaşkanı Erdoğan hayat pahalılığına ilişkin yaptığı açıklamada fiyat artışlarının insanların günlük hayatı üzerinde yol açtığı sıkıntıyı biliyoruz dedi. Ve enflasyonu yakın zamanda düşüreceklerini söyledi. Bir süredir iktidar cephesinden sıkıntıların farkındayız açıklamaları geliyor ve enflasyonu düşürme sözleri de veriliyor. Siz bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Faik ÖZTRAK- Biraz önce konuşmamda ifade ettim. Yani ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbeyi aklı eserinde dedim. Son 20 yıldır bu ülkede tek zenginleşen saray ve şürekası. Millet ise ezim ezildi. Erdoğan enflasyonu nasıl düşürecekmiş? 5’li çetesine dolarlı, avrolu ihaleleri veren kendisi. Saray beslemelerine üç beş ayrı yerden üç beş maaş veren kendisi. Tefecileri ihya eden Erdoğan’ın kendisi. Bunları yaptıkları için ülkede israf, talan ve enflasyon aldı başını gitti. Erdoğan daha öncede enflasyon düşecek dedi. Hatırlayın bu yıl Ağustos ayı kırılma noktası Ağustos’la birlikte enflasyonda düşecek demişti. O günden buyana enflasyon daha da harlandı. Mutfaklarda tencereler boşaldı. Çok açık söyleyeyim, Erdoğan sebep, enflasyon sonuçtur. Erdoğan değiştirilmeden enflasyon düşmez. Erdoğan gitmeden saray ve şürekasına, yandaş müteahhitlere, dünyadaki tefecilere döşenen hortumlar kesilmez. Erdoğan bugün kalkmış milletimizin şikayetleri var diyorsa o zaman neden orada oturmaktadır. Biran önce sandığı milletin önüne getirmelidir.  

Soru- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası rezervleriyle ilgili yaptığı açıklamada “Başbakanlığım döneminde bu döviz rezervini 135 milyar dolara kadar çıkardık. Biz yaptık. Daha sonra bir düşüş yaşandı yoktum Cumhurbaşkanıydım” dedi. Siz bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Faik ÖZTRAK- Erdoğan 2014’te ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım deyip işin başına geldi. Bu ucube tek adam rejiminin ilk adımları daha o zaman atılmaya başlandı. Nitekim yoktum dediği o yıllarda bu ülkenin seçilmiş Başbakanına, partisinin Genel Başkanına parti içi darbe yaptı. “24 Haziran’da verin şu kardeşinize yetkiyi faizle şununla, bununla uğraşılır görün” diyen yine Erdoğan’dı. Sonra çıktılar daha seçimlerin öncesinde bu ülkenin 128 milyar dolarını damadıyla beraber buharlaştırdılar. Damat ne zaman Hazine ve Maliye Bakanı oldu? Erdoğan şahsım rejiminde oldu. Milletin 128 milyar doları ortalama 6 lira 30 kuruştan bu dönemde buharlaştırıldı. 128 milyar dolar kime hangi kurdan satıldı hala bilmiyoruz. Ama bugün dolar kuru 17 lira 45 kuruş. Ortada korkunç bir kamu zararı var. Şu anda bile Merkez Bankası Aralık ayı başından buyana 10 milyar dolar rezerv sattı. Bu dolarların hiçbirisi bankaya ait değil. Şimdi Erdoğan ortadaki bu tablonun sorumluluğundan, bu 20 yılın sorumluluğundan hiçbir şekilde ben yoktum diyerek kurtulamaz. Son 20 yılda bu ülkede yaşanan ne varsa bir tek sorumlusu vardır o da Erdoğan.

Yayınlanma Tarihi : 2021-12-21 17:53:35
Okunma Sayısı : 689
oıo