CHP SÖZCÜSÜ ÖZTRAK:“ÇORAP DEĞİŞTİRMEK YETMEZ, AYAKLAR KOKUYOR”
CHP SÖZCÜSÜ ÖZTRAK:“ÇORAP DEĞİŞTİRMEK YETMEZ, AYAKLAR KOKUYOR”
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün Genel Merkez’de MYK sürerken düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Merkez Yönetim Kurulu toplantımız az önce bitti. Toplantımızın ağırlıklı gündem maddeleri; ekonomik kriz, devlet krizi, Covid-19 salgınındaki tırmanış, yani milletimizi ezen büyük buhrandı.
CHP EKONOMİ MASASI’NIN EKONOMİ OTOBÜSÜ YOLLARDA
Geçtiğimiz hafta, Cumhuriyet Halk Partisi Ekonomi Masası, Mersin, Adana ve Hatay’da ziyaretlerde bulundu. Alanında uzman arkadaşlarımızdan oluşan, geniş bir kadroyla yola çıktık, buhranın, Doğu Akdeniz bölgemizde yarattığı sıkıntıları, yerinde görme imkanını bulduk. Derdi, derdi çekenlerden dinledik. Nelerin yapılması gerektiğini çiftçilerle, esnaflarla, emekçilerle, iş insanlarıyla, sendikalarla konuştuk. Ülkemizde devlet krizinin ve ekonomik krizin neden olduğu buhrana çözüm sunan, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemizi ve dört ayaklı ekonomik krizden çıkış stratejimizi onlara anlattık. Ekonomi Masası ziyaretlerimizi, ülkemizin her bölgesinde, her ilinde gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Eko-Büs yollarda olmaya, milletimizin derdini dinlemeye devam edecek.
TÜCCAR FİYAT VEREMEZ HALE GELDİ
Bu haftaki ziyaretlerden yaptığımız bazı tespitleri şimdi sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle ticaret erbabı… Kurdaki olağanüstü oynamalar nedeniyle önünü göremiyor, döviz kurlarındaki aşırı oynaklık, tüccarı fiyat veremez hale getirmiş. Yüksek kurdan mal ithal eden tüccar, şimdi kur aşağı gelince fiyat etiketine ne yazacağını şaşırmış. Yüksek fiyat yazsa mal elinde kalacak. Düşen kurdan etiket koysa zarar edecek. İhracatçı dolarla mı fiyat verecek, TL ile mi fiyat verecek bunu bilmiyor. Ticaret durma noktasında…
KUR ARTINCA GİRDİ FİYATI ARTIYOR, DÜŞÜNCE DÜŞMÜYOR
Kurdaki oynaklıktan tek şikâyetçi tüccarlarımız değil. Çiftçilerimiz de şikâyetçi. Gübreden tohuma kadar her şey döviz kuruna bakıyor. Döviz kuru artarken girdi maliyetleri de artıyor. Ama kurlar gevşerken, çiftçinin girdi maliyetleri gevşemiyor. Aynı kalıyor. Hatay’da bir soğan üreticisi dert yandı. “Bundan iki yıl önce kur arttı, gübrenin, ilacın, tohumun fiyatı tavan yaptı. Kur düştü ama bunların fiyatı düşmedi. Şimdi yine dolar kuru zirve yaptı, sonra bir parça düştü. Ama bizim girdi fiyatlarımıza yansıyacağını bu düşmenin hiç sanmıyorum” diyor. Aynı şikâyetleri Adana’da da duyduk.
LİMON ÜRETİCİSİ LİMON GİBİ SIKILDI
Yine Mersin, Adana ve Hatay’da çiftçilerimiz, Tarım Bakanı’nın, çiftçinin sesini duymamasından şikâyetçi. Kendilerine danışılmadan kararlar alındığını ifade ediyorlar. Tarımda üretim planlaması yapılmamasının, çiftçinin zarara uğramasına neden olduğunu söylüyorlar. Bu bölgedeki limon üretimi pek çok ailenin geçim kaynağı. Salgın nedeniyle limon ihracatına getirilen kısıtlamalar, bölgeyi perişan etmiş. Limon üreticilerimiz, “Sezon başında 3,5 TL’yi gören limon fiyatı, şimdi 80 kuruş ile 1 lira 20 kuruş arasında” diyorlar. Geçen sene bu zamanlarda limonun fiyatı yine bu seviyelerdeydi. Ama limon üreticilerinin giderleri, son bir yılda yaklaşık yüzde 40 artmış. Çiftçilerimiz “limon dalında kaldı” diye yakınıyor. Açıkçası, “Saray, limon üreticisini adeta limon sıkar gibi sıkmış...”
ÜRETİCİYİ İTHALAT SOPASIYLA DÖVDÜLER
Konuştuğumuz çiftçiler, yaz döneminde, maydanoz ve domates üreticilerinin de ürünlerini hasat bile etmeden tarlalarını sürdüklerini anlattı. Onca emek ve katlanılan maliyet heba olmuş. Bu anlatılanlara gerçekten yürek dayanmıyor. Bu sene Reyhanlı’da, Adana’da soğan üreticisi de perişan edilmiş. Depolaması çok zor olan bu ürünün önce pandemi nedeniyle ihracatına ön izin şartı getirmişler. Yani durdurmuşlar ihracatı. Hasat bitip ürünler çiftçinin elinden yok pahasına çıktıktan sonrada, izin şartını kaldırmışlar. Yetmemiş hasat zamanı ülkeye ithal soğan girince fiyatlar iyice dibi görmüş. Yani üreticiyi bir de ithalat sopasıyla dövmüşler. Kendi çiftçisine bu kadar zulmeden bir başka iktidar, bu topraklarda iş başına gelmedi. En son 5 Kasım’da aldıkları bir kararla, nüfusu Ankara, İzmir kadar olmayan Bosna Hersek’ten, sıfır gümrükle mercimek ithalatına izin verdiler. Avrupa’nın bütün mercimeği dışarıdan ithal edilen menşe şartnamesine uygun olmayan mercimeklerin hepsi bunların üzerinden Türkiye’ye girecek. Güler misin, ağlar mısın?
ÇİFTÇİNİN SESİNİ DUYMUYORLAR
Yine dış politikada yaşanan gerginlikler, bu bölgedeki üreticilerimizi ve ihracatçılarımızı vurmuş. Hataylı ve Adanalı üreticiler, Suudi Arabistan’ın koyduğu ambargonun kendilerine çok büyük zararlar verdiğini dile getiriyorlar. Nitekim, Suudi Arabistan’ın Türkiye menşeli hayvansal ürünlere; ambargo koyduğu haberi de resmen doğrulandı. Ama üreticilerimizin bu kaygılarını, bu sıkıntılarını Saray duymuyor. Suudi Arabistan ambargosuna gülüp geçiyorlarmış. Hükümet, Ziraat Odaları’nın, üretici birliklerinin, Ticaret Borsalarının görüşünü almıyor. Çiftçinin sesini duymuyor. İstişare yok, “Ben yaptım oldu” anlayışıyla hareket ediyor.
HERKES ANLADI, BİR SARAY ANLAMADI
Bütün dünya, yaşadığımız salgın sürecinde, gıda güvenliğinin önemini anladı. Bir tek Saray anlamadı. Üretimde kullanılan girdilerin fiyatı alıp başını giderken, Saray hükümeti; “2021’de tarımsal destek ödemelerini artırmayacağım” dedi. Üstüne üstlük bir de, “Gübre ve mazot desteklerini de azaltacağını” söyledi. Anlaşılan Saray buhrandan ve salgından bizim çiftçilerimizin hiç etkilenmediğini düşünüyor. Çiftçi borçlu… Bankalara borçlu, Tarım Kredi Kooperatiflerine borçlu. Sulamada kullandığı elektrik nedeniyle elektrik dağıtanlara borçlu, veresiye aldığı gübreden borçlu, ilaçtan borçlu… Peki, çiftçinin borçlarını yapılandırmak için tek bir adım atıldı mı? Hayır. “Torba Kanun’la çiftçinin, Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçları yapılandırılacak” diye, Anadolu Ajansı’na haber yaptırıyorlar. Ama bakıyoruz torba kanunda böyle bir düzenlemeyi göremiyoruz.
TARLASI HACZEDİLEN BORCUNU NASIL ÖDEYECEK
Düzce Duraklar Köyü’nden bir çiftçimiz, Tarım Kredi Kooperatifinden çektiği borcu ödeyememiş. Kooperatif de yapılandırma falan yok demiş, çiftçimizi icraya vermiş. Şimdi bunlar icra belgeleri. Şimdi böyle bir sürü sayfa tutuyor. Ama özetlersek ne olduğunu… hem çiftçimizin hem de kefillerinin tarlasına, arabasına haciz koymaya kalkıyorlar. Bu çiftçimiz ve kefilleri, tarlasını kaybederse nasıl yaşayacaklar? Bu hükümet çiftçiden alacağına şahin kesilirken, kendisi neden çiftçilere borç takıyor… Tarım Kanunu’na göre; devletin tarıma, her yıl Milli Gelirin en az yüzde biri kadar destek vermesi gerekiyor. 2007-2021 döneminde; hükümetin çiftçiye mazot, gübre ve diğer destekler için birikmiş borcu 211,5 milyar lira. Her bir çiftçi ailesine biriken borç ise, 98 bin liradan fazla. Kendi çıkardığı kanuna uymayan bir yönetimin olduğu ülkede bırakın hukuk devletini, kanun devleti bile olmaz.
ATLANTİK RÜZGARIYLA ROTA DEĞİŞTİRİYORLAR
Buradan defalarca dile getirdik. “Adalet devletin direğidir” dedik. “Bir ülkede adaleti ve hukuku öldürürseniz, devlet de ölür” dedik. Genel Başkanımızın peşinden Ankara’dan İstanbul’a yürüyen yüz binler; Maltepe’de meydanda toplanan milyonlar, “Hak, hukuk ve adalet” diye boşuna bağırmadılar. Hak bilmez, hukuk dinlemez, adaletten anlamaz Saray yönetimi, önce Merkez Bankası’nın kasasını tamtakır etti, sonrada ABD seçimlerinin ardından, Atlantik ötesinden esen yeni rüzgârlara göre rota değişmeye başladı. “Ekonomi ve hukuk reformlarından” bahsetmeye başladı. 18 yılda bu ülkede hukuk diye bir şey bırakmadınız, tek adam vesayet rejimini getirdiniz. Şimdi birden bire ne oldu da; ekonomide, hukukta ve demokraside seferberlik ilan etmek aklınıza geldi.
YILLARDIR SÖYLEDİKLERİMİZİ ŞİMDİ DİLLERİNE DOLADILAR
Biz ülkemiz için, vatandaşlarımız için her şeyin daha iyi olmasını tabi ki isteriz. Ama önce lafa, sonrada bu lafı söyleyene bir bakmak gerektiğini de biliriz. Biz 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana: “Birinci sınıf demokrasi ve hukukun üstünlüğü” diyoruz, “Üreten Türkiye” diyoruz, “Güçlü Sosyal Devlet” diyoruz, “İstikrar ve Sürdürülebilirlik” diyoruz. Şimdi bizim beş yıldır ısrarla söylediğimiz “Demokrasi, hukuk, üreten, paylaşan Türkiye” sözlerini dillerine dolayarak güveni sağlamaya çalışıyorlar. Böyle güven sağlanmaz. Zaten bunların söyledikleri ile yaptıkları da birbirini tutmuyor. Millet iradesini temsil eden milletvekillerini, meclis dokunulmazlıklarını kaldırmadan yargılatan, meclisin hukukunu yargıya çiğneten kim? Bunlar Saray Hükümeti… Yerel mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nin “Bu hukuksuzluğu düzeltin” diyen kararlarını uygulamazken, emirleri altındaki adalet cellatları hukuku katlederken, HSK’yı dahi toplamayan kim? Saray Hükümeti... Kendilerini eleştiren vatandaşlarımızın evine polis baskını yaptıran kim? Saray Hükümeti… Sarayın pergoleci İletişim Başkanının pergolesini haber yaptı diye, Cumhuriyet gazetesinin reklamlarını kestiren kim? Saray Hükümeti… Partimizin, Saray sosyetesinin birçok yerden maaş almasına karşı çıkan, emekçilerimizin kıdem tazminatına sahip çıkan propaganda kitapçıklarını toplatan kim? Yine Saray Hükümeti… Ağızları “hukuk reformu” derken; “Ya Kanal, Ya İstanbul” dediği için; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında inceleme başlatan kim? Yine Saray Hükümeti…
BU FEZLEKE SİYASİ AHLAK YOKSUNLUĞUNUN DANİSKASI
Yine bugün İzmir Valiliği’nin bir yazısı elimize ulaştı. Valilik özetle söylüyorum, “Belediye başkanı, muhtarlar depremle ilgili konuşmasın” diye yazı yazıyor. Seçilmiş Belediye Başkanına, seçilmiş muhtara sansür uygulamak nereden çıktı? İşte bu vesayetçi zihniyetin ta kendisidir. Yine, Sarayın bekçisi bu defa sarayın muhbirliğine de soyunup Genel Başkanımız hakkında akla hayale gelmeyecek iftiralar atıyor. Bu safsataları dikkate alıp, Genel Başkanımız hakkında fezleke hazırlatan kim? Yine Saray Hükümeti… Çok açık söylüyorum; seçilmiş siyasetçilere “siyaset yaptı” diye fezleke düzenlemek, inceleme başlatmak siyasi ahlak yoksunluğunun daniskasıdır.
AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN LAFA BAKILMAZ
Fikir ve ifade hürriyeti olmadan demokrasi olabilir mi? Olmaz. Bu ülkenin ana muhalefet partisini, onun liderini susturmak için saçma sapan fezlekelerin hazırlandığı bir ülkede demokrasi olur mu? Olmaz. Rekabet edemiyorsan hile yap, ya da sustur taktiği ayıptır. Böyle bir siyaset olur mu? Olmaz. Hukukun üstünlüğü yerine, tek kişinin üstünlüğü üzerine inşa edilen bir rejim demokratik olabilir mi? Olmaz. İşte onun için bu ağızlar hukuk dedikçe biz; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bal, bal demekle ağız tatlanmaz” diyoruz.
ÇORAP DEĞİŞTİRMEK YETMEZ, AYAKLAR KOKUYOR
İki yıldır vatandaşın cebini boşaltıp, yandaşların cebini dolduran, 9 tane saraya sığamayan, en son milletin 120 milyar dolarını faiz lobilerine ucuz ucuz peşkeş çeken Erdoğan, şimdi, damadını hal’ edip, “Ekonomide seferberlik” deyince, işsize, esnafa, KOBİ’lere, çiftçilere, emeklilere yaşattıklarını unutmamızı mı bekliyor? Yani buna âlemi kör, herkesi de sersem mi sanıyorsun denir. “Bu beden bu gömleğe sığmıyor” deyip tek adam vesayet rejimini kurmak için ülkeyi her türlü badirenin içine atmaktan çekinmeyen, sonra da; “Ekonominin sorumlusu benim, ben, Tayyip Erdoğan” diyen kim? Seçimlerden önce “Verin bu kardeşinize yetkiyi, enflasyonla, şununla, bununla nasıl uğraşılır görün” diyen kim? Erdoğan… Enflasyonla, faizle, dolarla nasıl uğraştıklarını gördük… Aslında Hatay’da bir vatandaşımız çok güzel ifade etti: “Çorap değiştirmek yetmez, ayaklar kokuyor.” Evet… Bu ayaklar koktu... Artık çorap falan değiştirerek bu iş olmaz. Otobüsü şarampole deviren kaptan, suçu muavine atarak sorumluluktan kaçamaz. Bu sefer de; “Damadım beni aldatmış, Allah ve milletim affetsin” diyerek bu işi bitiremez.
GİTMESİ GEREKEN SADECE DAMAT DEĞİL, SARAYIN KİBİRLİ BAŞI
Çok açık söylüyorum. Gitmesi gereken, sadece saray sosyetesinin damadı değil; Saray sosyetesinin kibirli başı. Yardımcı pilotları değiştireceksiniz, muhalefet olarak bizim söylediklerimizi dilinize dolayacaksınız ve bu milletin güvenini geri getiririz zannedeceksiniz. Milletimiz uçağın aynı metal yorgunu uçak, kaptanın da milleti unutan, sesini duymayan kaptan olduğunu görüyor. Bu kaptan daha yakın zamanda “ekonomi pik yapıyor” demedi mi? Dedi. Yine birkaç gün önce, partisinin Genel Başkanvekili, “Türkiye’nin önlenemeyen yükselişi başladı” diye konuştu mu? Konuştu. Aynen Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi, Adama sormazlar mı? Eğer bu ekonomi iyiyse, Millet neden bu acı ilacı içiyor? Yok, eğer bu ekonomi kötüyse, hala neden yükseliş yalanları söylüyorsunuz?
FEDAKARLIK SARAYLARDAN BAŞLAMALI
Size ve sosyetenize, Ankara’da 1.150 odalı Saray, Marmaris Okluk’ta yazlık saray, Ahlat Van Gölü’nde “mütevazi” dedikleri Saray dahil ve de TBMM’ye ait Saraylar olmak üzere 9 tane Saray, biri Boeing 747 olmak üzere 15 uçaklık, uçan saray, binlerce makam aracı, Saray gibi bir otobüs, Saray efradına üçer, beşer maaşlar... Millete ise; acı reçete, top-kek ve kafalarına atılan çaylar… Oh ne güzel memleket! Kalın harflerle söylüyoruz: Acı ilaç içilecekse önce siz içeceksiniz. Bir fedakârlık yapılacaksa, önce Beştepe’deki 1,5 milyar liralık sarayınızdan, sayıları 15’i aşan uçak filolarınızdan, 50 bin dolarlık çantalarınızdan vazgeçeceksiniz. Siz bunları yapmadan; ücretsiz izine çıkardığınız ve “Günde 39 TL’yle yaşa” dediğiniz işçiden, açlık sınırının altında maaş verdiğiniz asgari ücretliden, kirasını ödedikten sonra elinde kalan üç kuruş paraya baka kalan, torununa bayramda harçlık veremeyen emekliden, kapısının altından 1 TL’yi siftah parası diye atıp alay ettiğiniz esnaflardan, askıda ekmeğe mahkûm ettiğiniz tüm milletimizden, hayat pahalılığı ile işsizlik arasında ezilen vatandaşımızdan, fedakârlık beklemeyeceksiniz. Bunu yaparlar mı? Ne gezer…
DOKUZ SARAYLI ERDOĞAN, ŞİMDİ KIBRIS’I GÖZÜNE KESTİRDİ
9 saraylı Erdoğan’a, kendi sarayları az geldi, şimdi Kıbrıs’ı gözüne kestirdi. Kıbrıs’ta 5 dönüm üzerine makam inşa edecekmiş. Makamdan anladığı da saray inşa etmek… Huylu huyundan tabi ki vazgeçmiyor. Bir de Kıbrıs’a giderken, dokuz saraylı Erdoğan Sarayın bekçisiyle aynı uçağa da binmemiş ikisine de ayrı ayrı uçaklar tahsis edilmiş. Bakanların ve korumaların kullandığı uçaklar da cabası. Bu nasıl bir israftır? Bu nasıl bir debdebedir? Yaşadığınız debdebe, yaptığınız israflar milletin belini büküyor. Grup Başkan Vekillerimiz Meclis’e “Kamuda İsrafın Araştırılması” için bir önerge verdi. Var mısınız bunu araştırmaya? Cesaretiniz varsa buna vekilleriniz “evet” desin. Ama hiç sanmam. Sarayın kibirlisinde bu zihniyet olduğu müddetçe, milletimiz daha çok acı ilaç içer. Daha çok acı reçetelerle karşılaşır.
YA KIRK KATIR YA KIRK SATIR
Bu arada millete ilk acı ilacı içirmeye başladılar bile… Merkez Bankasının ortalama fonlama maliyeti yüzde 14,5’i geçti. Tabeladaki faiz yüzde 10,25. Gerçekleşen faiz 14,55. Erdoğan şimdi çıkmış, “Faizlerin en az enflasyon seviyesinde tutulma zorunluluğu bizi zora sokuyor” diye sızlanıyor. Ama faiz lobilerine de bu haftaki Merkez Bankası toplantısında faizin en az 400 baz puan artırılacağı fısıldanıyor onlara gel gel yapılıyor. Yine, COVID-19 aşısının bulunması nedeniyle, Dünyada yaşanan ralliyi bile istismar ediyorlar. Türk Lirası’nda birkaç gündür yaşanan hızlı değerlenmeyi “Yeni yönetime duyulan güvendir” diye seyrediyorlar. Bu arada üretici, ithalatçı, ihracatçı fiyat veremiyormuş, işler durmuş ne gam… Önemli olan kendilerini parlatmak… Öyle görünüyor ki, faiz baronlarının istedikleri faizi tıpış tıpış verecekler. Bari bu dönemde, Merkez Bankası’nın rezervlerini güçlendirsinler. Kerameti kendinden menkul “Faiz sebep, enflasyon sonuç” teorileriyle milleti faiz ile döviz arasına sıkıştırdılar. Faiz artsa ekonomi yavaşlayacak. 10 milyonu aşan işsizler ordusuna yeni işsizler eklenecek. Artmasa ya da yine dolambaçlı yollara sapıp, Merkez Bankasının, Sarayın talimatıyla arka kapıdan faizlerin oynamasına göz yumarlarsa bu kez bütün beklentiler tersine dönecek. Döviz yeniden şaha kalkacak, defada paramız pul olacak… Yani millete yine “Kırk satır mı? Kırk katır mı?” diyorlar.
YÜK YİNE ESNAFIN SIRTINA KALIYOR
Devlet krizi ve ekonomik bunalımın yanı sıra, Koronavirüs salgını da milletimizin yaşadığı buhranı derinleştiriyor. Salgının başından bu yana hastalanan yurttaşlarımızın sayısı 414 bini geçti. 11 bin 507 yurttaşımız ise yaşamını yitirdi. Ama bunlar resmi rakamlar. Bu resmi rakamların gerçekleri yansıtmadığını, işlerin daha kötü olduğunu artık herkes biliyor. Vaka ile hastayı birbirine karıştırıp, milletten gerçekleri sakladılar. Kendilerini yalancı çoban durumuna düşürdüler, itibarlarını yitirdiler. Sadece İstanbul’da, bulaşıcı hastalık nedeniyle vefat edenlerin sayısının, Türkiye genelinde ilan edilenin neredeyse iki katı olduğunu gördük. Bu arada milleti yine canı ile sağlığı arasında tercihe zorluyorlar. Hala parça parça işler yapıyorlar. Bir bütünlük yok. 65 yaş üzerindeki vatandaşlarımıza yasaklar yeniden geliyor. Eğlence mekânları ve restoranlar Saat 10.00’dan sonra kapatılıyor. Peki, devlet kararıyla kapatılan bu işletmelerin ciro kayıplarını nasıl telafi edeceksiniz, ediyor musunuz? Hayır tabi ki etmiyorlar. Yük yine zavallı esnafın sırtında kalıyor.
ÖLEN ÖLÜR, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR
Kısa süreli sert tedbirler yerine, parça parça karar alınması hakkında Bilim Kurulu ne diyor merak ediyoruz. Ama Bilim Kurulu kayıplara karıştı, Bilim Kurulu olmaktan çıktı. Söylediği dinlenmeyen bilim insanı, o Kurul’da vitrin süsü olarak kalmamalı. Milletimiz salgın karşısında maalesef yine kaderine terk edildi. Vatandaşlarımız test peşinde koşturuyorlar. Görünen o ki hükümet, “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” politikasına, sürü bağışıklığı stratejisine geçti.
Ama hep diyoruz… Millet ne yaptığınızı görüyor, notunuzu veriyor, her gün biraz daha ağırlaştırdığınız sırtındaki yükten kurtulmak için, önüne gelecek ilk sandıkta, sizleri evlerinize göndermek için sabırsızlıkla gün sayıyor.
Okunma Sayısı : 830